Ve işte son kısmı da hallettik, süt ve kurabiye kısmını yani. Ağaç süslendi önce ışıl ışıl. Sonrasında çoraplar astık kapıya, bacaya, mumlar koyduk oraya buraya. Artık hazırız Noel Babayı karşılamaya…
Ağaçlar, süsler, mumlar tamam da süt ve kurabiye de nereden çıktı derseniz o oğlumun fikri; Noel Baba o kadar uzun yoldan geliyor haliyle de bizim için çok yoruluyor, acıkmış da olabilir diyerek şöminenin yanına süt ve kurabiye bırakıyor yıllardır. Eskiden dokuz geyiği içinde bırakma konusunda ısrar ediyordu da neyse ki artık sadece Noel Baba için bırakıyor. Bir de beyaz saçlı, kırmızı pantolonlu kahramanın kapıdan geleceğine kesinlikle inanmıyor, şöminenin bacasından girecekmiş, öyle diyor
‘Artık on yaşına geldi, daha ne kadar sürdüreceksin bu Noel Baba masalını? diye soruyorlar ‘Gidebildiği yere kadar’ diyorum bende. Gidebildiği yere kadar çocuk kalsın yüreği, masum kalsın düşünceleri. Çünkü büyüdükçe hayallerin küçüldüğünü biliyorum. Çünkü hayallere inanmayan insanların, kendi gerçekliklerinde boğulup mutsuz olduklarını görüyorum. Ben çocuğuma hayal etmeyi öğretiyorum ey insanlık, masallara inanma hakkı tanıyorum. Ya siz?
Peki ya orada; Suriye’de, Halep’te? Tek suçları, kan kokan bir coğrafyada doğmak olan çocukların suçu ne? Pakistan’da okul basan militanlarca öldürülen çocuklar, Yemen’de bindikleri okul servisi bombalanıp ölen çocuklar. Ölmemek için vatanlarını terkederken Ege’de boğulan çocuklar, ne amaç için yapıldığı belli olmayan, leş kargalarının bir avuç petrol için kan emdikleri Halep’ten kaçan çocuklar. Oralarda birileri, onların yaşama hakkını ellerinden alıyor, biz sadece susuyoruz.
Bir gelecek veremediğiniz gibi sayılı nefesini de onlara zehir ettiğiniz, gözyaşına ve kana boğduğunuz çocuklar ölüyor efendiler ve siz susuyorsunuz bu zulüm karşısında, susmanın en büyük katliam olduğunu bilmeden. Nöbet bekleyen polisler, izne çıkan askerler, günahsız siviller ödüyor bedelini, bu kanlı savaşın.
Gücünüz ancak buna mı yetiyor katiller!
Arkadan vurmak, kalleşliktir, neyse derdiniz önümüze geliniz, tabi varsa azıcık yüreğiniz !
İsimsiz bir savaşın tam ortasındayız. Bombalar yağıyor yağmur gibi, acılar çakıyor şimşek gibi, biz yok oluyoruz. İyi olanların değil, iyi oynayanların kazandığı bir oyun bu, adına ‘yaşamak’ diyoruz. Neyin bedelini ödüyorlar bu çocuklar, kaç varil petrolün, kaç metrekare toprağın, kaç milyon doların? Dünyada yüzlerce dil, din, ırk, milliyet olabilir ama yalnız iki çeşit insan var; Vicdanlı olan, vicdanı olmayan !
Ben gecede kaç kere üstünü örtüyorum oğlumun, açılır da üşür diye peki ya o çocuklar? Ailelerini kaybetmiş, kolları, bacakları kesilmiş, alçak bir kurşunla yitip gitmiş o çocuklar? Merak ediyorum; Hain emelleri uğruna gözlerini kırpmadan öldürdükleri o minicik çocuklarla aynı cennete mi gitmeyi istiyor bu mahluklar?
Yapmayın! Kıpkırmızı bir su akıyor Ortadoğu’dan memlekete. Kesif bir barut kokusu duyuluyor, az ilerideki Suriye’ de, Halep’te. Bir alev yükseliyor karşı ki tepelerde, ağıtlar yakılıyor bir tüfeğin boyundan küçük, delik deşik olmuş minik bedenlere. Kendinize, birbirinize ne yaparsanız yapın, ama çocukları rahat bırakın…
Tabi malum, kutsal isimleri var bu katliamların; ‘Vatan için’ deniyor mesela, din, dil, ırk için. Hangi koltuk arzusu, iktidar hırsı, para tutkusu, minicik çocukların canına değebilir, günahsız bir yavruya bedel ödetebilir. Hangi kitapta yazar bunun meşruluğu, hangi dinin Allah’ı, peygamberi kabul eder bu zalimliği?
Uyuşturulmuş kalplerimiz, morfinlenmiş vicdanlarımızla yatar olduk. Bize dokunmayan yılanın, bin yıl yaşamasına razı olduk. Onlar, oraya buraya saçılmış kolları, bacakları, parçalanmış vücutlarıyla can çekişirken, bizler trafiğe kızdık, zamlara saydırdık, kendi dertlerimizle uğraştık. Televizyonda evlenme programlarını kaçırmamaya çalıştık, bir gün önce ağlarken şehitlere, ertesi gün göbek attık. Hani sessiz olursak bize uğramayacağına inandık, oysa lal olmuş diller ile tüm ruhumuzla kana bulandık ve bunu hiç anlamadık…
Görünen o ki çocuklar ikiye ayrılır; Amerika ve Avrupa’da doğmuş çocuk, Ortadoğu’da ölmüş çocuk. İlkine dünya tutkun, diğerine evren suskun. Açlıktan kurumuş, mecal kalmamış bedenlerini leş kargalarına teslim ettiğimiz Afrikalı çocuklar, şimdi de canlarının acıyacağından korkan, ‘ama küçük çocukları, küçük kurşunlarla vururlar değil mi anne’ diye soran, ölümün ayak izleri ile yaşamaya çalışan Ortadoğulu yavrucuklar. Ölüm, süt kokan gıdılarından yakalamış onları, kocaman kara gözlerinden sızmış içeri, tarih bunu affetmeyecek, insanlık da bununla yaşamayı bilmem nasıl kabullenecek?
Sözüm, elleri kanlı, yürekleri paslı zalimlere; Onların da anneleri, oyuncak tavşanları, Noel Babadan beklentileri vardı, tam da bu günlerde. Bir çift söz de bu katliama suskun kalmayı tercih edenlere;
Düşlerinden vurulurken çocuklar, hangi yaşamaktan bahseder ki masallar, söylesenize…”
Ve yılın tam da bu zamanı, böyle bir yazı yazmayı niye mi istedim?
Noel babayı beklemek, onların da hakkıydı, hatırlatayım dedim…
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann