‘Hayattan kaçmak için değil, hayatı kaçırmamak için yola çıkmak lazım’ der şair… Gidilen her yol, derinliklerine yaptığın yolculuktur aslında. Gördüğün her yeni yer, bir adım daha yaklaştırır seni sana, kendinle kavuşmana az kalmıştır sonunda…
Karşımda gelin kız gibi yükselen Erciyes Dağı’na dalıp gitmişken geçti bunlar içimden. Dünyanın en özel coğrafyalarından birinde, doğanın bir heykeltıraş ustalığı ile maharetini konuşturduğu ovaları, dağları, bacaları, tuvalinde fırçası ile aşık ediyor manzarası…
Otel seçmek en keyifli kısımlarından biriydi işin. Öyle standart bir otel değildi çünkü aradığımız. O kayaların içinde, bohem, yüzyılların enerjisini taşıyan, mistik bir yerdi baktığımız. Ve mis gibi sakız kokan çarşafları, taşların arasından süzülen sularıyla, dünyanın tüm dertlerini unutturan huzurlu terasıyla Kemerhan Cave Suits ‘di bayılarak kaldığımız. Evet otel, konumuyla, mimarisiyle, temizliği, sakinliğiyle kocaman bir alkışı hak etse de asıl sebebi, otelin sahibi, bizi eşi benzeri olmayan bir sıcaklıkla, misafirperverlikle ağırlayan sevgili Mehmet Akuzun ve ailesiydi. Sanki kilometrelerce uzakta, bilmediğimiz bir yerde değil de evimizde gibi rahat ettiren, “Sadece geçmişle gitmişe çare yoktur, gerisi hallolur” diyerek olmayanı var eden, sohbeti, nezaketi, bugün hala gülümseten esprileriyle iyi ki tanıdım dediğim özel insanlardan Mehmet bey. Sözüm baki Mehmet bey; “Et, salata, şarap, gene gelecek ben ”
Kapadokya, geniş bir coğrafyanın adı, bir eşi, benzeri yok. Erciyes, Hasan Dağı ve Güllü Dağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların, milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla, dünyada başka hiç bir yerde görülemeyecek ilginçlikte ve güzellikte enfes bir yer ortaya çıkmış. Adı, Çin’den gelen İpek Yolu ile Şam’dan gelen Kral Yolu’nun kesiştiği bu özel yer, ticaretin o dönem at sırtında yapılıyor olması sebebiyle ‘Güzel atlar ülkesi’ anlamına geliyor. Sessizliği, sakinliği, bakirliğine bakınca, aklıma geldi büyük usta, demiştin ya; “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler” mi gerçekten acaba?
Zihnin sınırlarını zorlayan, peri bacalarını birbirinden değişik şekillere benzettiğimiz için Hayal Vadisi denilen tepede Ürgüp’ü kucakladım sımsıkı. Kızıl Vadi’de batan güneşi izlerken içinde deniz olmayan bir manzaranın da ruhu teslim etmeye sebep olabileceğini tecrübe ettim bizzat. İster inanın ister inanmayın, dünyanın en güzel üzümleri bence orda yetişiyor. Çeşit çeşit, renk renk üzümler doğuyor her yıl o topraklarda. Gün geceye kavuşup siyah bir sükunet düştüğünde yeryüzüne, o üzümlerden yapılan şaraplar alıyor yerini sırlı karaflarda.
Huzurun resmi, bacası tüten bir ev benim için. O baca, ailenin, sevginin, birlik ve beraberliğin simgesi. İşte burası da Türkiye’nin evi sanki. Peri bacalarıyla sessizliğin, gizemin tılsımlı şehri Kapadokya…
İranlı Müslümanlar, bu bölgeye ilk gediklerinde Başında şapkalarıyla bu doğal bacaları görmüşler. Soğuk bir kış günü, gecenin geç ve ıssız saatlerinde, o sessizlikte rüzgarın bacalar arasında ıslık çalmasını, perilerin fısıldamasına benzetmişler. ‘Peri Bacaları’ kalmış adları sonunda, ne de yakışmış ama
Kapadokya’ya giderken internetten, kitaplardan, broşürlerden öğrendiklerimle, gezip gördüklerimle yetinmeyeceğim demiştim kendi kendime. Derinlere inecek, geçmişi çözecek, bu özel yeri her şeyiyle bilecektim. Böyle oldu sevgili Özkan Güleç ile tanışmamız. Amerika’dan ayağının tozuyla gelip yetişti bize. Sıradan bir tur olmayacağı belliydi daha başından işte. Değil salt Kapadokya, Orta Anadolu’dan girip İran’dan çıktık geçmişin tozlu dehlizlerinde. Peri bacaları arasında, güvercinler kortejiyle uzun yürüyüşler yaptıkdar vadilerde. Adam rehber değil bildiğin tarih virtüözü. Perslerle karşılaştım anlattığı hikayelerde,Selçukluları tanıdım, Osmanlıyı yaşadım cümlelerinde. Heran bir yeraltı şehrine ayağım takılıp düşecek de harikalar diyarına adım atacakmışız gibi dolandık geçmişin izinde…
Tabi bu arada usta şoförümüz sevgili Yusuf Ata, birinci mevkide çıkardı bizi bu tarihi yolculuğa. Sularımız hep hazırdı arabamızda. İstanbul’u geride bırakıp kaos ve keşmekeşten kaçıp buraya gelerek yöresel lezzetin kitabını yazan Tafana Restaurant’ın sahibi Cem Beyi de anmadan edemeyeceğim ama. Meşhur Erciyes Kebabı ile Testi Kebabı da başka bir yerde yenilmezdi valla.
Ürgüp’te çarşı içinde Nezihe Sultan’ın yerinde içtiğimiz Türk kahvesinin değil kırk, bir ömür hatırı kaldı bende. Buram buram huzur kokan bir vaha yaratmış Nezihe Sultan kendi eliyle, emeğiyle. Bir sözüm var ona, dileğim gerçekleştiğinde yine geleceğim oraya, bir teşekkür etmeye
İçimde on yüz bin milyon baloncuk uçtu bir sabah erkenden. Saat 04.00 gibi aldılar otelden önce salaş bir kır kahvesinde kahvaltı yaptık kalabalık. Sonrasında jiplerle balonlara bineceğimiz yere geldik. Gün ağarmak üzereydi bindiğimizde. Ve güneş doğarken Kapadokya’nın tüm balonları mutluluktan havaya uçtu
Yerden iki bin metre yükseklikte, gözlerimi kapayıp dilek diledim tüm kalbimle. Güneş doğarken hemen dibimde, ‘Bırak hüzünleri’ dedim, ‘çok sev, çok sevil. Zaman geçiyor, hiçbir şey baki değil’. Bir ses duydum o an sanki; ‘Tamam’ dedi, ‘İş Yaradan’a kalmışsa onu oldu bil…’
Tanrının sanat eseri, şarabın, dolunayın ve mistik hazların memleketi. Erkan Oğur'un perdesizine, Halil Cibran'ın satırlarına en çok yakışan ülke. Tarih fışkıran, volkanları katmerli suyundan, zaman sızan bacalarının arasından, periler diyarından…
Medeniyetler, düşler, gerçekler arasında peri bacaları arasında saklı bir hayal…
Bırak Alaadin’in Sihirli Lambasını, Kırmızı Başlıklı Kız, Keloğlan kenarda dursun,
Bana bir masal anlat; İçinde Kapadokya olsun…
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann