En sevdiğim yazılar, tatil dönüşü yazdıklarım… Hele de yabancı yerler, yeni kültürler, farklı deneyimler ise yaşadıklarım. Dünyanın bir ucuna gidince böyle oluyor işte insan; Göz gözü görmeyen bir tipide, beş saat rötarla ve valizlerimiz olmadan uçtuk Asya’ya…
Hindistan’a gitmeden önce hep tereddütler, karamsar fikirler vardı aklımda. Acaba’lar, olumsuz, ümit kırıcı sözler. Aç mı kalacaktık yoksa pislikte boğulacak mıydık?
Güvenli miydi acaba orası, havaya, neme, sıcağa uyum sağlayacak mıydık?
Aç kalmadık ama tok da kalkmadık masadan. Evet, yollar, sokaklar pisti ama kaldığımız oteller şahaneydi. Güvenlik meselesine gelince; İstanbul’da her gün şans eseri patlamadan, çatlamadan yaşayabilen bizler için, daha tehlikeli bir yer olabilir miydi?
Macera gider gitmez başladı, valizleri uçağa yüklemeyi unutmuşlardı. Onlarca tutanak, kayıp zabıtları, üzerimizdeki giysilerle kalakalmıştık ortada. Ne mi yaptık sonra; Yerel, yöresel ne varsa giydik, azıcık eşyayla nasıl idare edilebilir öğrendik, halimize gülüp eğlendik
Ve tezatlar ülkesi Hindistan...
Hayallerin, rüyaların gerçeğe döndüğü, hiç uyanmak istemeyeceğiniz ülke.
Çok sevdim ben bu ülkeyi. Aynen dedikleri gibiydi; “Ona kalbini açarsan servetini ayaklarına serer, büyüler. Bu yokluk ve sefalet ülkesi, hiç bitmesin istediğin, sonu gelmeyen bir yolculuğa dönüşür. Dönemezsin. Ya kendine aşık ettirir ya da nefret. Ya kendinden geçersin, ya da bir an önce dönmek istersin”…
Gecekondularda, çamurun içerisinde hatta sokakta yaşıyorlar. Evi yok bu insanların. Olmadı, belki de hiç olmayacak. Çünkü bu ülkede 300 milyon insan sokakta doğup, sokakta büyüyüp, sokakta ölüyor. Her şeye rağmen Hintliler öyle gülümsüyorlar, öyle mutlular ki. Yüzyıllar önce Aryanlar ülkeye gelip meslek gruplarına göre insanları sınıflayan kast sistemini yerleştirdiklerinden beri kabullenmiş herkes toplumdaki yerini, değerini, işini. Sakin bir kabul ediş, sorgusuz bir biat var hallerinde. Huzur hakim her an, her yerde…
Hindistan’da en önemli şey nedir?
Tabii ki din. Hinduizm, Budizm, Jain dini, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi farklı dinleri, ülkenin dört bir yanında görebilirsiniz. Hatta dünyanın en eski dinlerinden Zerdüştlük de Hindistan’dan doğmuş bir din. O yüzden, belki de bu ülkeyi bu kadar farklı yapan şey, bambaşka ruha sahip olan farklı dinlerin, toplum ve kültür üzerinde bıraktıkları izler olsa gerek. 330 milyon tane Tanrı’larıyla bu tapınaklar kenti, dinin başkenti!
İÖ 7000 yıllarına dayanan tarihi ile Hindistan, 29 eyalet ile Çin’den sonra dünyanın en yoğun nüfusuna sahip. 1.2 milyar insandan bahsediyoruz! Ülkede resmi dil Hintçe ama yaklaşık 850 dilin konuşulduğu söyleniyor.
İnanılmaz !
Hindistan, bağımsızlığını ve şu anki düzenini öyle yıllardır elinde bulunduran bir ülke değil! Bu uğurda kendini adayan Gandhi gibi çok önemli insanlar sayesinde günümüzdeki şeklini almış. Ama özetlersek;
1858-1947 arasında yaşayan kolonyal dönemde ülke topraklarının hakimiyeti bilin bakalım kimin elindeymiş?
Cevap; İngiltere.
Her zaman ki gibi…
1947’de bağımsızlığını ilan etmeden önce 600 prenslik varmış. Şimdi bu prenslikler hala zenginlerin elindeki seçkin ailelerin yaşadığı evler ya da lüks oteller olarak kullanılıyor.
Hindistan’ın % 80’den fazlası meşhur Hinduizm'e inanıyor. Peki bu Hinduizm nedir? Aslında Hinduizm bir yaşam tarzıdır. Hinduizm’de 330 milyon Tanrı var demiştim ya, bunun özü, tek bir tanrının 330 milyon özelliği olarak bilinir. Yani tek bir tanrının 330 milyon farklı görüntüsü olabilir. En önemli 3 görünümü ise Vişnu, Brahma ve Şiva.
Vişnu evrenin koruyucusu. Elinde deniz kabuğu, sopa, nilüfer ve tekerlek bulundurur. Brahma ise dünyanın yaratıcısıdır. Şiva, dans eden yok edici tanrıdır. Vişnu sakindir ama hayvanların efendisi. Dansın kralı Şiva ise bir o kadar hiddetlidir.
Dinin temelinde Dharma ve Karma kavramları vardır;
Kişinin önceki hayatının, onun bugünkü ve sonraki yaşamlarındaki yerini belirleyeceğine inanılır. Yani şöyle düşünün, bu yaşamda iyi birisi olursan bir sonrakinde daha iyi olacaksın. Tanıdık geldi mi?
Ama bu inanışın temelinde, yeniden doğuş bitecek ve ruhsal kurtuluşa yani (Moksha)’ya ulaşılacaktır. İşte doğ-öl yeniden doğ sonra bir daha en son sınavı da geçtin mi, artık bu dünyadan işin kalmamış demektir!
Aslında bu Karma, Hindistan’da bulunan kast sistemindeki hiyerarşinin sürdürülmesi için vardır. “Fakirsin, açsın, sefilsin. Ama dostum inan bunlarda geçecek. Sabret. Bir sonrakinde sen de benim gibi Prens olabilirsin!” ikna etme düzeni, inancın temelidir.
Hindistan;
Şaşkın, keyifli, yorucu, enerji dolu, bitkin, bıkmış, heyecanlı…
Sokakta yürürken kapının önünden araba büyüklüğünde “İnek” ve ardında küçük yavrular peşi sıra yol alırlar, aldırış etmezsin. Menakşi Tapınağında daha evvelsi gece Şiva ile Menakşi’nin kavuşma ayinlerini izlerken hayatını sorgulatan o sorular, düşünceler henüz etkisini geçirmemişken, sabah seni bir maymun uyandırır pencerenin camına vura vura.
Korna sesleri insan sesleri ile karışır. Trafik soldan akar. Yollarda bisikletler, tuktuklar, rikşalar, inekler, hatta domuzlar. He bu arada Hindistan’da insanlar fakir bile olsa, herkesin kendi astroloğu var. Hayatlarındaki önemli kararları her daim astrologlara danışırlar. Mesela sevdikleri kişi ile evlenebilmeleri için 36 yıldızdan 22’sinin tutması gerekirmiş, valla zor işler bunlar zorrr…
Bu arada, dünyada en çok film nerede üretiliyor?
Hindistan’da.
Dünyadaki her 4 filmin neredeyse 1’i , Hindistan’da çekiliyor, Bollywood efsanesi…
Burası dünyada fakirliğin sorgulandığı ülke olmasına rağmen IT Alanında, ABD’den sonra en gelişmiş ikinci ülke. Altına da bayılıyorlar laf aramızda; Ev hanımlarının ellerinde bulundurdukları altınların toplamı dünyadaki altın rezervinin %10’unundan fazlaymış.
Hindistan’ın baharat ülkesi olduğunu söylemeye gerek yok, öyle ki dünyada üretilen baharatların % 70’i Hindistan’dan geliyor. Yalnız buranın acısı, tanımadığımız bir acı, fena, fena. Ve elbette ki dünyanın en renkli ülkesi, dünyanın hiç bir yeri Hindistan kadar renkli değil….
Bazı ülkeler vardır;
Binaları, müzeleri, yapıları görmekten çok, seni etkileyen güzellikleri kültürü, halkı, sokaklarıdır. Her şeyden öte, haberin dahi olmayan bazı şeylerin varlığını görünce hayatını sorgulamaya başlarsın. Yepyeni dinler, renkler, yüzler, sokaklar, çocuklar, kadınlar, sadular.
Oturursun bir köşeye,uzun uzun kendini dinler, kendinle muhabbet edersin.
Böyle seyahatlere çıktıktan sonra, tepetaklak olur değerler.
Düşünceler alır götürür seni. En önemlisi de ne biliyor musunuz?
Dünya tek din, tek dil, tek millet olsaydı ne sıkıcı olurdu.
Ne renk kalırdı ne uyum…
Çok güzel insanlar tanıyarak döndüm Hindistan’dan.
Yepyeni bir kültürle, öğretilerle.
Misal;
Yargılama, Sorgulama, Aşağılama.
Dünyanın çeşitliliğine, bambaşka kültürlerin kattığı güzellikleri izle.
Saygı duymayı öğrendim.
Anlamayı öğrendim.
Paradan daha önemli olan şeyin, insanın her daim gülebilmesiymiş.
Mutlu olabilmeyi bilebilmesiymiş, öğrendim.
En çok da neyi öğrendim biliyor musunuz?
Yaşamayı öğrendim;
Çantasız, eşyasız, kıyafetsiz gezmeyi, din-dil- kültür demeden herkesi sevip kabullenmeyi.
Ve gördükçe halime şükretmeyi…
Sahi siz en son ne zaman şükrettiniz halinize ?
Hatırlamıyorsanız, bir Hindistan’a gitsenize….
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann