Bir sonbaharın daha sonuna geldik sevgili izleyiciler, yayında ve yapımda emeği geçen herkese yağmura, çamura, sele, sona eren sevgilere, erkenden gelen gecelere, sakinliğe, sessizliğe teşekkür ederiz…
Kasım kasım kasılarak gelen kasım için içimden geçenler bunlar. Nalları vura vura kaçan heyecanların, sureti unutulan güneşin, sevincin, yüzü okşayan meltemlerin ardından dökülen bunlar, parmaklarımdan. Soğumaya başlayan hava, utancından ortaya çıkamayan güneşe meydan okurken adeta, sarı-kızılın o kendinden emin hali, yeşili gömmüş çoktan toprak altına. Atamın ölümünden sorumlu tuttuğumdan mı yoksa ne gül ne karanfil olmayı becerememiş kasımpatıların verdiği hüzünden mi bilmem, mesafeli yaklaşmışımdır hep kasıma, en sevdiğim mevsim sonbahar olsa da…
Yalnızlığın velisi sanki kasım; Sele yağmura, trafiğe, kaosa teslim olmuşken şehir, evindeki huzuru koynuna alıp, sakin bir hayatı hüp diye içine çekmek istediğin zamanın adı…Güzel bir kitap, hafif bir müzik, içimi ısıtan, beni benden alan kokusuyla bir fincan kahve, bu kadar basit, bu kadar derin, bu kadar zengin.
Korkutur yalnızlıklar insanı evet ama yalnızlığı bile dolu, yalnızlığı bile havalı, fiyakalı olmalı insanın, şarkıdaki gibi ‘Afili Yalnızlık’. Yalnızlığın afilisi de neymiş derseniz eğer, cevabım şu olacaktır; Kendine yetebiliyorsan eğer, kendi kendinle kaldığında da eğlenebiliyor, vakit geçirebiliyor, sıkılmıyorsan, hayata küsüp isyan etmiyorsan gösterişlidir yalnızlığın cancağazım, yıkılmamış, ayaktasın
Her an değişen gündem, bombalar, patlamalar, operasyonlar, verilen şehitler, ağlayan anneler derken gülmeye utanır olduk galiba. Sessiz bir savaşın ortasında, tank-top seslerinin barut kokusuyla hayatı titreşime almış bekliyoruz umutla. İşte herkes bir içine dönmüş sanki bu bekleyiş sırasında. Ve en kötüsü de birbirimize güvenmeyi unuttuk bu arada. Kimsenin birbirine bakmadığı, yürürken gözgöze gelmekten kaçındığı kalabalık sokaklarda gürültüden mi duymuyoruz birbirimizi,öyleyse hangisinden;İçimizdeki gürültüden mi, dışarıdakinden mi ? Işıklar mı kamaştırıyor gözlerimizi de görmüyoruz ?
Yalnızlık deyip geçmeyin lütfen, iyi bakın kendisine. Kaç kişinin emeği var onda, bir düşünsenize. Ne acılar, ayrılıklar, hüzünler, terkler yaşandı bu uğurda, kaç kova gözyaşı döküldü ardından. Huzursuz bir hayattan, yanlış durdurduğun bir kavşaktan, yorucu bir aşktan, tatminsiz arkadaşlıktan iyidir yalnızlık, iyidir. Herkes bir yerlere, bir şeylere doğru koştururken siz içinize dönmüşsünüzdür. Alkol eşliğinde kıvrak müzikle bedenlerin dansı değil, düşüncelerinizin düşlerinizle raksı vardır önünüzde, bakın kimseye ihtiyacınız yokmuş, işte. Herkes gider, her şey biter, gün bile geceye saklanır. Onlar koşarken gecelere, siz yürürsünüz kendinize. Bilmediğiniz kendinizi keşfedersiniz, hayaller dehlizlerinde. Ne istediğinizi, nerede, ne yapmak, ne olmak istediğinizi. Ve en çok da aslında neyi istemediğinizi…
Televizyon açmaya korktuğumuz, gelen ‘son dakika’ mesajlarıyla an be an haberdar olduğumuz bir direnişin tam ortasında, yalnızlığı yazıyorum. Üç tarafı denizlerle, dört bir yanı düşman ülkelerle çevrili yurdum da yalnız işte. Yalnızlığı büyütmez insanı, yalnızlığında büyür ya hani, ölüm acısı ile vatan aşkı arasında bir savaş yaşanıyor sınırda. Her metrekaresi dedelerimizin kanıyla sulanmış, uğruna ne acılar, sevdalar, hayatlar adanmış yurdumuza gözlerini dikmiş, ağzından salyalar akarak; ‘kan’, ‘kan’ diye bağıran batının emperyalist güçlerine karşı çarpışılıyor omuz omuza. Ve kıyamet koparken dağlarda, ecdadın binbir emekle uğruna canını feda ettiği bu topraklardan gitmeyi düşünenler var aramızda. Neymiş, can güvenliği yokmuş, neymiş, çocuklarını nasıl bir gelecek bekliyormuş, ülke artık bitmiş, okeye dönüyormuş…
Sen onu benim külahıma anlat efendi ! Senin deden, kaçmış mıydı arkasına bakmadan, vatan elden gidiyor diye. Nenen sırtlamamış mıydı cephaneyi, barutu, tüfeği. Evladın yaşında, tüyü bitmemiş delikanlılar, sen rahat yaşa diye vermedi mi canını Malazgirt’te, İnönü’de, Çanakkale’de. Yazıyordu, okumadın mı; “Vazifen Türk İstiklal ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diye, Ata’nın gençliğe hitabesinde. Sövsen de, istesen de, istemesen de, kızsan da, saydırsan da aynı milletin evlatlarıyız biz, nereye gideceksin söyleseneee ?
Başka bir ülkede, dilini, dinini bilmediğin bir coğrafyada her şeye yeniden başlayacakmış. Düşünsene, sarımsak dövücünün bile adını yeniden öğrenecek. Birisi bir şeye ‘yok’ dediğinde, ‘hiç mi yok’ diyemeyecek. Vapurda simit yiyemeyecek, yiyemediğini kuşlara veremeyecek. Dönerle ayranı aynı anda bitirme telaşına giremeyecek, fenerlisi, cimbomlusu, milli maçta galibiyette sarılıp birbirine, sevinemeyecek. Ramazanda iftar yapamayacak, komşuyla mahalleye yeni taşınanları konuşamayacak. Buraları terk edip gittiği o ülkede, hep ikinci sınıf insan sayılacak.
Öyle zaman olur ki bazen kendi gölgene basar sendelersin, o derece yalnız hissedersin. Ama kaçamazsın, herkesten kaçsan da kendinden kaçamazsın. Geçmişime, dedeme, rahat uyuyayım diye nöbet tutan askere, bu topraklarda yaşayabileyim diye canını veren Mehmetçiğe borcum var benim. Geçmişim buradaysa geleceğim de buradadır. Son damla kanım damlayana kadar toprağıma, son nefesim yurduma feda olacaktır.
Ant içerim ki gidersem eğer, gittiğim yollar, yeni yurtlar bana haram olacaktır.
Çünkü;
Vatan mevzubahis ise gerisi teferruattır !
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snap chat : cansencann