MAHARET YAĞMURU SEVEBİLMEK
Böyle bir yazı yazmayacaktım aslında, hazır havalar ısınmaya, doğa canlanmaya, insanlar yaza teslim olmaya hazırlanmışken. Baharın nazlı niyazlı, şımarık kızı ‘nisan’, düşmüş yollara, dayanmışken kapılara…
Kış giymiş üşüyen bedenini, nisanın vurdum duymaz rüzgarına bırakan toprak ana, başını semaya kaldırmışken bugünlerde, ‘Bulutlar ağlamazsa, yeşillikler nasıl güler’ dizeleri düşüveriyor kurak bozkır tepelerine…
İşte tam da yazın gelişi, umutların yeniden yeşerişi tarzında bir yazı yazmaya hazırlanırken hiç beklemediğim bir anda;
‘Ne güzel, ağlayabiliyorsun, içindeki yangınları gözyaşlarınla söndürebiliyorsun’ dedi bana, bilmem kaç yüzyıllık bir dostum... Solan çiçeğe, börtü böceğe, filmdeki sahneye kısacası her şeye duygulanıp ağlama potansiyeli olan ben, anlamadım ne demek istediğini... ‘Şaka mı yapıyor acaba’ diye düşündüm önce. Nesi güzel olabilirdi ki, vara yoğa, her şeye duygulanıp ruhun tozlu sokaklarını, yüreği baskı altına alan duygulardan kurtarıp, bazen ince, bazen sağanak, gök gürültülü yağmurlarla temizlemenin...
Anladı sessizliğimin sebebini;
‘Ah be canım, ağlayamamak, nasıl bir şeydir, bilir misin? Acı doruğa ulaşınca yaş gelmez gözlerden. Acılarını, gözyaşlarına yazmışlardır işte ağlayamayanlar, sevdalarını, umutlarını, arzularını, damla damla. İşte o yüzden ağlayamazlar; Gözyaşlarına kapılıp gitmesinler, damla damla yok olup yitirmesinler diye. Ağlayamayan yürekler, ruhlarını öldürürler. Öldürürler ki ruhları canlı kalıp da bedenlerine eziyet etmesin ’…
Ağlamak; Hüznün ve sevincin hudut çizgisi. ‘Gözüme bir şey kaçtı’ hikayesiyle delikanlılığa söz söyletmemek, kalabalıklar içinde yalnızlığını ellerinle örtmektir. Yutkunamamak, haykıramamak, gidememek, ölememek, gülememektir, ağlamak… Kalbin kapılarına vurulan kısa süreli mühür, kalbin açık görüş günüdür. Bazen plakta çalan bir şarkı sözü, müzik nağmesi azmettiricisi olur, pusuda bekleyen gözyaşlarının. Geçmişi anımsatan bir şarkıda, bazen soluk bir fotoğrafa bakarken bazen burnunuza çok uzaklardan gelen bir kokuda, yelkovanın akrebe küstüğü zamanda, son kullanma tarihi dolan iyiniyetinize, enayiliğinize, avuçlarınızdan akıp giden masumiyetinize ağlarsınız...
Geçen yine bizim kızlarla yemekteyiz, yatırmışız duyguları masaya, saydırıp duruyoruz haksızlıklara. Birinin gözleri doldu birden, dişliyor dudaklarını, direniyor ağlamamak için. Yanındaki fark etti durumu; “Kızım gözyaşlarına mı yazık, onları tutmak için ısırıp durduğun dudaklarına mı, bırak ya, koyver gitsin. Gözyaşının yenisi gelir de dudakların zor”.
Ağlamak bazı şeylerin altını çizer, gülmek ise üstünü. Kahkahada ‘biz’ vardır, gözyaşında ‘ben’…
Tuhaf ama bu yazı yazmaya başladığımda, yağmur da başladı dışarda. Önce ufak ufak sonra sağanak. Gülümsedim;Ağlamakla yağmur aynı şey değil mi aslında. Nasıl yıkayıp da temizliyorsa yağmur şehrin tüm kirlerini, kalbimiz de bizim gökyüzümüz, gözyaşlarıyla yıkanır tüm acılar, anılar şehrin yalnızlığında. Ve sonra güneş açar. Bitmek bilmez dertler, yağmur olup üzerimize yağsa da bilirsiniz,rengarenk gökkuşağı ancak yağmurdan sonra çıkar…
Babam; “Yağmuru seviyorum” dedikçe kızar bana; “Melankolik misin sen” der.
“Güneşi herkes sever, maharet yağmuru sevebilmek de” derim ben de. “Hiç düşündün mü, belki de yağmur bulutların değil, gece boyunca bizi aydınlatan yıldızların gözyaşlarıdır, hem belki de…”
Bir melek omzuna dokununca ağlarmış insan. O yüzden ağlamalı, vakti saati gelince, bir şeyi hesaba katmadan. Yağmur sonrası açan çiçekler gibi yüzünü güneşe dönmeli ardından.
Yağmur, hüzün değildir aksine bahardır hem ilk hem son, yüzü hep güneşe dönük.
Ağlamak ise geçmişi temizlemek, arınmak üzen herşeyden, bölük pörçük, yıkık dökük…
Ve asla güçsüzlük, değildir ağlamak, acizlik değildir. Mevlana’nın da ne güzel dediği gibi;
"Sanmasınlar yıkıldık sanmasınlar çöktük, biz başka baharlar için sadece yaprak döktük...”
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann