AH İSTANBUL !
Tuhaf bir ruh haliyle yazıyorum bu yazıyı, şaşkınım biraz, heyecanlı. Uzun bir seçim maratonundan sonra nihayet başkanını seçti İstanbul. Ülke uyumadı bütün gece, tüm şehirler kıskandı çünkü kutlamalar sarmıştı dörtbir yanı. Kolay değildi tabi, Fatih’in İstanbul’u fethi bile bu kadar zor geçmemişti. İstanbul demek Türkiye mozaiği demek çünkü, batıya açılan kapı, doğuyla olan köprü demek. Ve şu son seçimlere bakınca görüyorum ki İstanbul İstanbul olalı hiç görmedi böyle emek, böyle sahiplenilmek…
İstanbul….ilk göz ağrım…avuçlarımda büyüttüğüm şiir, kalbime broş diye taktığım…
Gün diye uyandığım, uyku diye yattığım. Ayrılamadığım, unutamadığım, sonsuz aşkım…
Şehirlerin şehridir İstanbul; Herkesin kolay kolay anlayamayacağı, tadına varamayacağı, aldıktan sonra da kopamayacağı…Kaosla besleyen, keşmekeşle büyüten, kendisinden kaçırtıp koşarak geri döndürten, iki yakası bir araya gelmeyen. Çılgın, arzulu, ihtiraslı…
Ünlü tarihçi Bernard Lewis; ‘dünyaya bir kere bakma şansınız olursa İstanbul’a bakın’ demiş; Dünyayı görürsünüz.
Doğu-batı gergef olmuş, işlenmiş zamana İstanbul’da. Tarih, gerinerek uyanmış Çukurcuma’da, surlarda. Sanat şahlanmış saraylarda, Yerebatan’da. Bir tatlı huzur almaya gelenler, buluşmuş Kalamış’ta ve dinlemişler İstanbul’u, gözlerini kapayıp da. Şad olmuş ruhu Orhan Veli’nin ve de aziz İstanbul’a bir tepeden bakan Yahya Kemal’in.
En çok kadına benzetirim ben İstanbul’u; İşvesi, cilvesi, kaprisiyle, huysuz ve tatlı bir dilbere. Hani “Kadınları anlamak için uğraşmayın, yaşayın yeter” denir ya, İstanbul’u anlamak da öyle bir şey işte. Kızarsın, söversin, küsersin. Ama gece olup da sayınca yakamozları boğazda titreşen, seyre dalınca Beylerbeyi Sarayı’nın Çırağan’a göz kırpışını, unutup öfkeni, alıverirsin koynuna. Şafak güne kavuşup dönünce akşamına, martıların yüreğine binip uçmak istersin Çamlıca’ya, Aşiyan’a, oradan bakması ne güzeldir, yedi tepeli bu mağrur kadına…
Çığlık çığlığa bir kız çocuğudur İstanbul, Büyükada, Heybeli, Kınalı’da. Uzaktan şehre bakıp büyümeyi bekler sabırsızlıkla. Kadıköy, Bahariye, Moda’da ergendir İstanbul, biraz hırçın, ürkek ve asabi. Koşturur iskelede, halkıyla birlikte, Boğa’ya giden yolda, zıplar araba kornaları, sirenleriyle...
Hanım hanımcık bir genç kızdır; Eyüp’te, Bakırköy’de, Ümraniye’de. Yürüyüş yapıp sahilde, evine gider vakitlice. Yanında sevgilisi Haliç ile biner teleferiğe ve ısıtır üşüyen ellerini; İçtiği çayla, Piyer Loti tepesinde. Alışveriş yapmak vardır hayalinde, Bağdat caddesi, Osmanbey’de. Çeyizi Eminönü, Mısır çarşısı, tarihin tahta sandığında saklıdır, beklerken telli duvağını. Yıkamak için ruhunu, arşınlar yollarını, Galatasaray, Çemberlitaş hamamlarını…
Şık bir hatundur İstanbul, yüksek ökçeleri, mini eteğiyle Etiler, Bebek’de…Saçlarını kalbine takıp savurur denize. Kahvaltısını eder, sahildeki cafelerin birinde, oradan da vur elini Yeniköy, İstinye. Fasl-ı eğlencedir, gece, giyinip geldiğinde yüreğine, buruk bir tatla haydi eller havaya dendiğinde…
Yetişkin bir kadındır İstanbul; Sarıyer’de, Yeşilköy’de, Pendik’de…Görmüş geçirmiştir, tüm hazeyanları içinde. Balığını yer, bir kadeh rakı eşliğinde, keyifli sohbetleriyle. Eliyle selam eder, karşıya, Anadolu hisarına, buluşmak için sözleşirler, Tarabyayla, Beykozla….
Yaşlılığı da bir başka güzeldir İstanbul’un, içindeki yaşanmışlığıyla. Hürmet edilesi elleri öpülür, Rumeli fenerinin solgun ışığında. Yüzündeki çizgilerin adıdır, Karaköy, Sirkeci, Sultanahmet ve ebedi istiratgahıdır; Zincirlikuyu, Karacaahmet…
Hep uslu da değildir İstanbul; biraz dengesiz, biraz pervasız. Bazen bir fahişedir; Taksim’de, Cihangir’de, Merter’de. Korkuyla yaklaşılan, esir alan, kopılamayan. Gündüz saklarken kendini gölgeli kuytularda, geceleri tüm çıplaklığıyla kendini sunan. Paran varsa yaşanan, yoksa uzaktan bakılan. Makyajı akmış solgun yüzünde, ne hayatlar gizli olan. Varmak için tadına, ne bedeller ödeten, ödettiği bedellere karşılık, usulca göğsünde avutan….
Zor kadındır İstanbul; paran varsa tutarsın elinde, cesaretin varsa yaşarsın kalbinde, teninde. Gelmez zorlamaya, atar kendini boğaza. Gelene git, gidene kal demez, dik tutup yüreğini, başını öne eğmez. Ana gibi unutulmaz, yar gibi paylaşılmaz, evlat gibi kıyılmaz. Hep kızılan, küfredilendir ama boğazda bir balık sofrasında hemen affedilendir…
Bir demokrasi şöleni yaşandı İstanbul’da. Tatilden dönenler, hastaneden gelenler vardı oy kuyruklarında. Şehrine, oyuna sahip çıkmayı öğrendi halk, umudunu kaybetmedi. ‘Aşk hikayesi’ mutlu bitti yani; Gelin edildi İstanbul, sevdiği adama vardı telli duvaklı. Velhasıl ‘adam kazandı’, dediğini yaptı;
‘Herşey çok güzel oldu’ !
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan