Koskocaman bir bayram tatilini geride bıraktık. Zor bir kış, kaotik bir bahardan sonra herkes pek bir yorgun, pek bir bunalmıştı. Belirsizlik bir tarafta, ekonomik kriz öbür tarafta kimsenin yüzü gülmüyordu son zamanlarda. Bu bayram iyi geldi o yüzden, ihmal edilenlerle kucaklaşıldı, şehirden kaçıldı, hayat, geçici süreyle servis dışı kaldı. Ben gitmedim bir yere, gözünüz arkada kalmasın diye buralara sahip çıktım. Kah çalıştım, kah aileme vakit ayırdım en çok da kendimle baş başa kaldım. Kendinle kalmak şart arada, ruh yetişemiyor çünkü bedene. Onu da beklemek lazım valla, bırakır gider maazallah…
Velhasıl güzel, dingin ve de en güzeli sakin bir haftaydı. Dinlendim, kendime geldim. Uzun yürüyüşler yaptım, telaşsız sohbetler, alarmsız uyanmalar. Bahçede mangallar, anne eli değmiş sofralar, bir şımarmalar bir şımarmalar…
Bir ara hamakta uzanmış kitap okurken şu paragraf çarptı gözüme;
Bir bilgeye sormuşlar; “Efendim, başarınızın sırrını nasıl açıklarsınız?”
-Bilge; “İki Kelimeyle”
-Nedir onlar?
-Bilge; "Doğru kararlar...!"
-Doğru kararlar almanın sırrını nasıl açıklarsınız peki?
-Bilge; “Bir kelimeyle”
-Nedir bu kelime?
-Bilge; "Tecrübe...!"
-O zaman tecrübe edinmenin sırrını nasılaçıklarsınız?
-Bilge; “İki kelimeyle”
-Nedir o iki kelime, söyler misiniz?
-Bilge; "Yanlış kararlar...!''
“Vay vay vay ne kadar doğru” yükseldi dudaklarımdan. Hani yanlış yapacağım diye ödümün koptuğu anları düşününce hele, daha bir etkilendim sanki. Az ileride masada kadeh kaldıranlara baktım, kaldırıp başımı. Kendi doğrularıyla doğru evlatlar yetiştirmeye çalışan canım ailemi görünce içim ısındı, ben de onlar gibi doğru yetiştirebilecek miydim evladımı?
Peki ama nedir o doğru? Hangi rota doğru, hangi karar, hangi seçenek? Size göre doğru olan, ya başkasına göre değil ise?
Valla şu hayatta öğrendiğim şeylerden biri, gerçekten de ‘doğru’ diye bir şey olmadığı… Kalbin kapılarını kilitleyip uzak tutunca onu sorunlardan, kara kışlardan, üşümeyince yürek soğuk yalnızlıklardan ve acıtmayınca kabuk bağlamış yaralar, söz geçmez artık yüreğe. O yürek, doğru’ ya gider, kollarını aça aça. İşte o ‘doğru’, aynasıdır kişinin, kendidir, özüdür kalbinin...
Toplumun dayattığı doğru’larla, bizim doğrularımız, aynı olmaz çoğu zaman. Önceleri sıkışılır ikisi arasında, uzun bir doğruda ilerlerken, anlaşılmaz çoğu zaman acaba hangisi doğru. Ağızlarını büze büze ‘cıkcık’layan teyzeler, ‘dünyanın çivisi çıktı, başımıza taş yağacak’ tellalı amcalar bir de ailelerin çok sevdiği, saydığı, her işe karışan ama bir türlü karşımıza çıkmayan o ‘el alem’, kendi doğrularını dayatmak için aramızda dolaşan sivil toplum neferleridir.
Doğru, yanlışların ardından çıkan sonuç zaten, yağmurdan sonra çıkan güneş, geceden sonra doğan gün gibi. Hataların ardındaki vaha, örselenerek, acıyarak gelinen nokta ve herkesin doğrusu bambaşka. Henüz çocukken başlar bu farklılık, her annenin doğrusu farklıdır çünkü. Büyüdükçe tercihler başlar, seçenekler çoğalır. Düzgün bir işten bahsedilir yıllar boyu, hani toplumda saygın olanından. Çok para kazanmaktır hedef yoksa keyif alıyor musun işinden, severek mi yapıyorsun, kimsenin umurunda değildir. ‘Mühendis ol’ denir, ‘heykeltıraş olup da ne yapacaksın, aç kalırsın valla. Ya da git tüccar ol, koyacak yer bulamazsın kazanacağın paralara’. Ayağının geri geri gitmesi hiç önemli değildir o başkaları için, işini severek yapıp yapmadığın da. Önemli olan o işi yapıyor olman, karşılığında saygıdeğer olup bol para kazanmandır. Emekliliğinde yaparsın derler heykelini, resmini, müziğini. Nasılsa bol vaktin olacak o zaman, değil mi yani?
Peki ya doğru eş, doğru sevgili?
Omzunda ağlayabildiğiniz, kadeh tokuşturup kahkahalar atabildiğiniz, en iyi ve en kötü anınızda aklınıza gelen ilk isim, sizin için doğru insandır. Vazgeçmenin mümkün olduğu şu dünyada, ‘vazgeçmek ne mümkün’ diyebileceğiniz kişidir. Cebindeki parasından ziyade kafası çok olan, kendini övüp anlatan değil yüreği sizin için atandır, doğru olan. Bilumum otları bilen, hasta olduğunuzda ebegümeci kaynatmayı düşünebilen, Pamuk Prenses gibi öpülünce uyanan, prensesin öpüşüyle prense dönüşen kurbağa masallarının gerçek olabileceğini gösterendir. Özlediğinizdir, düşündüğünüzde. Sahip olduğunuz tüm kusurlarınıza rağmen sizin muhteşem olduğunuzu düşünendir. Ummadığınız anda bir çiçeklerleçikolatalarla sürprizleriyle mutlu eden, gece yatmadan önce son düşündüğünüz, sabah uyanınca ilk aklınıza gelendir, doğru kişi…
‘Doğru’ sizin gördüğünüzdür, başkasının gördüğü değil. Elle tutulamayan, yürekle hissedilendir. Gözle görülen, kafada şekillendirilen, dile getirilendir. Neyin doğru olduğunu siz, yalnızca siz bilebilirsiniz. E tabi doğru bildikleriniz de her zaman doğru değildir; Bazen ‘doğru’, bir başkasının fikri, düşüncesi hatta hayalidir. O yüzden bence boş verin başkalarını, herkes kendi kararlarının bedelini ödüyor nasılsa. Siz de kendi doğrularınızı koyun ortaya, onları savunun inatla.
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan