BİR 'YILDIZ' KAYDI!
Kış gelmeye nazlanırken adamakıllı, sonbahar tüm hükümranlığını sürerken fiyakalı fiyakalı, elimde bir fincan kahve, gökyüzünü seyrediyordum. Karanlık gecede asılı yıldızlara dalmışken düşündüm yaşananları ve ‘aşka bak be’ dedim kendi kendime, olmuyormuş böyle hikayeler sadece kitaplarda, şarkılarda, filmlerde…
II. Abdülhamit Dönemi Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey varlıklı bir adamdır ve tek oğlu Ahmet Naci Bey’in üzerine titremektedir. Eğitime çok önem veren Mehmet Galip Bey, zamanı geldiğinde oğlunu İskoçya’nın Glasgow şehrine gönderir. Eğitimini tamamlayıp ülkesine dönmeye hazırlanan Ahmet Naci, Londra’da katıldığı bir davette güzel bir kadınla, Olga Cynthia ile tanışır. İki genç, birbirlerine kısa sürede aşık olurlar. Olga Cynthia’nın babası genç yaşta ölünce annesi, beraber olduğu erkekle Avustralya’ya kaçmış, kızını da annesine bırakmıştır. Genç bir kızın sorumluluğunu daha fazla üstünde taşımak istemeyen anneannesi de Olga’yı 16 yaşında evlendirir. Tam da o sırada I. Dünya Savaşı patlar ve Olga’nın kocası İngiliz Ordusu’na alınır. O sırada Olga hamiledir ve kocası bir daha geri dönemeyecektir.
Londra’daki davette filizlenen aşk gittikçe büyür ve Olga, Ahmet Naci Bey’in evlenme teklifini heyecanla kabul eder. İstanbul’a dul ve çocuklu bir İngiliz gelinle dönen Ahmet Naci Bey’in ailesi, bu durum karşısında çılgına döner ve ayrılmaları için elinden ne gelirse yapar. Olga ise aşkına sığınmıştır, her şeye göğüs gerer hatta sevdiği adam uğruna kara çarşafa bile girer. Müslüman olur ve Nadide ismini alır. Beş çocukları olur. Ahmet Naci’nin ailesi Olga’yı hala kabullenmemekte ısrarlıdır. Sürekli, ‘ Bu gavur karıyı da nereden buldun getirdin’ demeye devam ederler. Hatta en büyük çocuk Nedim doğunca, Ahmet Naci’nin annesi torununu, ‘Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan yavrusu’ diye sever.’
Bu sıralarda, Ahmet Naci Bey, Lozan’da İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü olur. İyi tahsil görmüş, gelecek vaat eden bir genç olarak artık İnönü’nün gözbebeğidir. Ancak o arada yeni bir kanun çıkar; “Hariciyecilerin karısı yabancı olamaz.” Bu kanun, ailenin hayatında dönüm noktası olur. Bu arada İsmet İnönü, gelecek vadeden bu genci kaybetmemek için bir formül dahi önerir; “Karınla resmen boşan, ama birlikte yaşa. Öyle yapan dış işleri mensupları var.”
Ancak Ahmet Naci bunu, aşkı uğruna memleketini, ailesini terk eden karısına bir hakaret olarak algılar ve “Hayır efendim” der, “Mesleğimden vazgeçerim, ama karımdan vazgeçmem.” İstifa eder. Aile için ekonomik anlamda zor günler de böyle başlar. Nadide Hanım, İngilizce öğretmeni olarak evlerde ders vererek aile gelirine katkıda bulunmaya başlar. Ahmet Naci ise küçük küçük işlerde çalışarak, gazetelerde tercümanlık yaparak ailesine bakmaya çalışır. Ama durum gittikçe zorlaşır. Elde avuçta ne varsa satmak zorunda kalırlar. Köşkten, kiraya, kiradan gecekonduya düşerler. Buna rağmen Nadide Hanım hiç şikayet etmez, dimdik durarak ailesini hep bir arada tutmaya çalışır. Ahmet Naci, içinde bulunduğu durumdan sonsuz ızdırap ve keder içinde alkole sığınır.
İngiliz gavur ana, her daim sarhoş bir baba… Ama sevgi dolu bir aile olurlar, Fakir ama mutlulardır. Nadide hanım, sadece ailesine karşı değil tüm düşkünlere karşı müşfiktir. Ev adeta yolgeçen hanı gibidir. Hastaneden çıkartılmış 2 çocuklu kadın, sokakta dilenen bir nine, zerzevatçı Mösyö Dörö diye bir kaçak Fransız, Cok diye İskoç, bir de üstüne sokak kedileri, köpekleri. Hepsi onlar da misafir edilir, gidebilecek duruma gelinceye dek bakılır, kollanır. Nadide hanım melek kalbiyle sadece kocasınınkinin değil onu tanıyan herkesin gönlünü fethetmiştir. Öyle ki kendisinin ülkede olduğunu bir şekilde öğrenen İngiliz Büyükelçiliği görevlileri eve gelip çocuklarla birlikte İngiltere’ye dönmesini, eğitimlerinin üstlenileceğini ve çok daha iyi hayat şartlarına sahip olacaklarını söylemişlerse de Nadide hanım buna şiddetle karşı çıkarak; ‘Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada yaşayacağım, burada öleceğim. Benim için tüm imkanlarını neredeyse hayatını feda eden eşimi, hiçbir şeye değişmem’ der.
Nadide hanımın bu geçinme ve maddi anlamdaki çabasına küçük kızı da destek olur. Küçük kız, gün olur komşu evlere bile gider, temizlik yapmak için. İki elin çıkardığı o sesi duymaya o zamandan alışır aslında; ‘Öyle temiz yıkıyorsun ki bulaşıkları, bravo! Senden daha iyi tertipleyen yok bu evi, bravo! Harikasın, tebrikler! ...’
Ve iki elin çıkardığı o sesi duymak, ilerleyen yıllarda kızın en büyük zaafı olacaktır. Çocukken peşinden gittiği o sesi duymak için 91 yıl boyunca hep çabalayacaktır.
Evet, eski adı Olga olan Nadide hanımın, o koca yürekli kadının alkışlarla büyüyüp, alkışlarla yaşayan kızı Yıldız Kenter’di…
Ülkemizin gelmiş geçmiş en büyük tiyatrocularından biriydi o, hocaların hocası. Kaybı büyük, yeri doldurulamayacak bir üstattı.
Bugün bir ‘Yıldız’ kaydı ve bildiğim, bu Yıldız cennette de alkışlarla karşılanacaktı… !
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan