Eviniz Var mı?
Yeni yıl yenilikten çıkmış hızla eskimeye başlamışken, hava kendini şaşırmış bir ısınıp bir soğuyorken, hayatın rutininden, sorumlulukların baskısından bunalmışken tam da zamanıydı kısacık bir mola istemek hayattan. Hem de bahar gelsin, güneş açsın diye beklemeden, karar verip elindekileri usulca yere bırakıp aniden kaçmak gerekir. İşten, güçten, yükümlülüklerden belki de en çok kendinden…
İşte tam da böyle bir hafta sonu molasının ardından yazıyorum şu anda. Hissettiklerimle tam da karşınızdayım şu anda;
Uzun ve sıkıcı geçen dersten sonra çalan teneffüs zili gibi, günlük rutinlerden, birbirinin aynı geçen günlerden sonra verilen mola gibidir, alıp başını gitmeler…
Gizemli bir kaçıştır; aynı yerlerden, aynı kişilerden, kırık kalplerden, suretsiz yüzlerden…
En ihtiyaç duyulandır belki de, yeme, içmek gibi, uyumak gibi. Ama en ihtiyaç duyulduğunda, en yapılamayandır o gitmeler. Tutar kolunuzdan; ‘gitme’ der, ‘sakın gitme’…
Kalırsınız. Oysa o gitmeler gereklidir bünyeye çünkü gidip geldiğinizde hiçbir şey artık aynı değildir.
‘Yüzlerden başlamak gerekiyordu gitmek için en uzaklara, ama gözler buna izin vermiyordu’ diyor Buket Uzuner, “Kumral ada mavi tuna” isimli kitabında.
Oysa uzakları yakınlaştırmak, geride kalanları uzaklaştırmaktır aslında.
Müthiş bir kahvaltıyla tartoletlerle sevdiğiniz şarkılarla gökyüzünü örten yeşilliklerle geride bırakmak koca bir şehri ve düşmek ruhun peşine. Bazen kahkahalarla gülmek anlatılanlara, bazen sessizce dalmak yanından hızla geçen kaldırımlara, kasabalara, ağaçlara. Göl kenarında yürümek ve şükretmek o âna, ormanda ağaçların arasında bayram yaptırmak ciğerlerine, çamura bulamak ayakkabılarını. Piknik yapmak yatağın üstünde, uyumak saatlerce…
Gitmek, tüm kalışları kıskandıran bir gidişle olmalı. Hani bünyenin ırzına geçen, zaman denen illetten ari, ardında dağ gibi dava, çığ gibi sevda bırakarak. Öyle ki kendini bile yanına almadan, ruhundan vazgeçerek. Ne kadar sağlam gidersen, dönüşün o kadar sağlam olur.
Gittiğin kadar cesur, döndüğün kadar güçlü olursun…
Ve dönüş…
Ülkeye, şehre, semte, mahalleye en çok da eve dönüş. Güzel bir rüyadan uyanır gibi, hiç gitmemiş ya da aslında hiç dönmemiş gibi…
Dönmek, tüm pişmanlıklardan, yaşanmışlardan geçip kendine varmaktır sonunda…
Ev diye gidilen, kendine dönülen, tavanı kiremit döşeli, yeri parke kaplı, birkaç odadan ibaret yer değildir yalnız ama. Pencerelerine perdeler asarak, süslü eşyalar koyarak, en güzel şekilde donatarak hazırlanan yer değildir ev. Tüm dünyayla oynadığın saklambaç oyununda dışarıdakilerin seni sobeleyemediği yer de değildir. Ev ruhtur aslında, eş ruhtur. İlk ev rahimdir, daha sonra ana kucağı. Okul yıllarında ev arkadaşı, yalnızlık yoldaşı sonra da eştir. Sorunların giremediği, ihanetin geçemediği ruhun kafesidir ev.
Bir yere ait olmak değil, birine ait olmaktır ev’i olmak…
Evli olmak, aynı yastığa baş koymaktır. Oysa evinse yanındaki kişi, aynı kadere baş koyarsın. Ortak yaşadığınız yere gelirsiniz evli iken. Bazen isteyerek bazen de mecburiyetten, toplum öyle emrettiğinden. Ev özeldir, kendi küçücük, içi koskocaman bir kelimedir. Altına sığındığın kollar, başını dayadığın omuzdur. Onun canı yandığında, senin canının acımasıdır. Duyduğun sevinci onunla paylaşmak, kederi onunla uzaklaştırmaktır. Dışarıya pencerelerden değil onun gözlerinden bakmaktır. Tırabzanlar yerine ona tutunmaktır. Fırtınalarda eğilmeyen, kasırgalarda bükülmeyendir o. Depremler, sizin bildiğiniz evleri sarsar. Ev yürekler sarsılmaz, sarsılsa da yıkılmaz.
En kötüsü de bir ev’inin olmamasıdır. Sokakta hissedersin kendini, soğukta yapayalnız. Kahve içemezsin birlikte, çekirdek çitleyip bir oturuşta dizinin yedi bölümünü birden izleyemezsin. Tunçtan paketlerde hamburger yiyip çocukluğundaki sakızları çiğneyemezsin. Sığındığın liman, korunduğun alan yoktur. Ve hissettiğin, beyaz yakası siyah önlüğüne doğru kaymış bir ilkokul çocuğunun ürkek korkusudur ilk ders zilinde; yalnızlık, kaybolmuş ve de hiçlik duygusudur.
Dönmek, birlikte döndüğün ya da birine döndüğün zaman güzeldir. Gitmelerin en keyifli yanıdır bu. Bazen gitmek istersin, sırf arkandan kimse gelecek mi diye, bazen gitmen gerektiği için gidersin. Sözler kifayetsiz, bazen çaresizsindir, ne yapsan yetersiz.
Ama şu da bir gerçek ki, işte o gidişler olmasaydı, dönüşler bu kadar kıymetli olmazdı belki…
Çalmak lazım bazen hayattan, hep o bizden çalacak değil ya. İyi gelir molalar; toparlar ruhu, sarar yaraları…
Gitmek, yanında kendini götürmediğin sürece ve aynı dönmediğin zaman güzeldir.
Dönmek ise sarılacak bir ev’ in, kavuşacak bir yârin olduğu zaman…
O halde soralım bakalım;
Sizin ev ’iniz var mı? Varsa neresi? ...
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdoga