GENÇLİK BAŞIMDA DUMAN !
Yine bir sokağa çıkma yasağı, yine ev hapsi. Şehir, sokaktaki kedilere, köpeklere, keyifle yüzen yunuslara emanet, gökyüzü kuşlara. Balkonda oturmuş dinlerken sessizliğin derin nağmelerini biraz ilerideki bir binadan gelen melodiye takıldı kulağım. Zülfü Livaneli’nin sesini hemen tanıdım da şarkıyı çıkaramadım. Biraz kulak verince de hatırladım ve yirmi beş sene önceki ben’i tebessümle andım;
“Camlarına yaslanmada/ Odada sen bir başına/ Kaygılarla kuşatmada/ Söyle canım, söyle bana/ Anlat, nedir genç olmak…
Hakikaten hazır bayramı da gelmişken anlatalım bakalım, nedir genç olmak :)
Hayatın en karmaşık, en zor, en kolay, en kıymet bilinmez ve en geri gelmez dönemi…
Hiçbir şey bilmezken aslında, her şeyi biliyorsunuz gibidir. Çocuk değilsinizdir artık ama yetişkin de değilsinizdir henüz. Bir bağımsızlık savaşı verilmektedir kıyasıya; birey olma kaygısıyla varlıklarını savunan gençler ve bir zamanlar genç olduklarını unutanlar arasında…
Bence sabahlamak gibi genç olmak; Uyuyakalırsınız, bir bakmışsınız gün doğmuş. Sabah mahmurluğundan kurtulup tam tadını çıkaracakken de geçmiş gitmiş.
Hayal kırıklıklarının en yoğun olduğu, metrekareye yaklaşık yüz litre hayal kırıklığı düştüğü bir dönem bu dönem. Tuhaf bir ironidir ki, insan en çok gençliğinde yaptığı şeylerden pişman oluyor. Yaşlanınca da, gençliğinde pişman olacak bir şey yapmamış olmaktan. Gelmiş geçmiş her faninin yaşadığı fiziksel-zihinsel bir gelişim düzeyi gençlik, herkes gibi benim de başıma bir kere geldi. Duygu çöllerinde bitmez fırtınalarda boğuştum ben de o dönemde. İsyan bayrakları açmış nice darbeler yaşadım zihnimde. Anarşist yüreğim, gerçeklerin çorak toprağına serpilmiş menekşe tohumlarıydı. Hayal denizlerinde kağıt gemilerimi yüzdürürken, düşler alemine kaptan atadıklarımın rotası, şaşıyordu zaman zaman.
Yazdıkça geliyor aklıma o zamanlar, gençlik denen deli anlar. Ne korkusuzduk yaa, ne umutlu. ‘Bana bir şey olmaz’ demek işte genç olmak. Güneşe kafa tutmak, güneşi yakmak, güneşi geceye satmaktır. Aklın demir ayaklarından uzak, kanatlanıp uçmaktır. Umarsız çocukluktan çıkarak parlak yıldızlığa gürültülü bir giriştir. Hayaller henüz tecrübelendirilmemiştir, ucuna kurdele bağlanıp evrene gönderilmiştir.
Önünden hızlıca geçen bir tren gibi gençlik. Bulunduğun istasyonda da pek kısa duruyor. Ondandır işte kozmetik, bizi yine o döneme götürmek için umutsuzca çırpınıyor. Daha genç görünmek için kremler, yenilmesi- içilmesi gerekenler, genç hissetmek için tarifler, tarifeler...
Sonunda ne oluyor, genç gözüken cildin sana hayaller mi kurduruyor?
Kolajene bulanmış teninle yirmi yaş umutların geri mi geliyor?
Bence sorun tam da burada başlıyor; Dışı genç, içi çökük bedenler, kalıbına uymayan ruhlar, kendini genç sanıp da komik olanlar etrafta dolaşıyor.
Yirmili yaşlar tam da hata yapma yaşları; Düşersin, öğrenirsin, gülüp geçersin. Dünyayı değiştirebileceğini sanırsın, buna da inanırsın. Sonra büyürsün, tercihlerin, önceliklerin, beklentilerin değişir. Mantıkla karşılaşırsın ansızın, tutup kanatlarından seni, yere indirir.
Otuzlarında artık "durma" vaktinin geldiğini bilirsin. Düzen derdindesindir artık, iş-güç-kariyer. Elalem denen canavar, başlar seni kemirmeye; “Ne zaman evleneceksin, çocuk zamanın gelmiş bile “
Sonra kırklar, elliler, altmışlar; Daha sakin, daha temkinli, ileri görüşlü, daha sorumluluk sahibisindir...
Gençlik bir bölüm hayatta, hataları, sevaplarıyla, yaşattıkları, yakıştıklarıyla. Kırklarında, ellilerindeyken yirmili yaşlarda gibi yaşama rüyasında çoğumuz. Oysa beden dönse de bir şekilde yirmilere, ruh dönmüyor. Arafta kaybolmak gibi işte, bir şeyler ters gidiyor. 'illüzyonel gençlik' gerçekten mutlu etmiyor.
Gençlik, gidince geriye gelmeyen enerji, ellerinden kayıp giden sevgili. Hayatın hata payı. “Bahar gençlere" derdi babam da bilemezdim. İçimdeki küçük çocuk, gençliğe akıyordu o zamanlar, doludizgin. Büyüyünce anladım demek istediğini; Mevsimlerin hiç yorulmadığını, durmadığını, bıkmadığını. İnsan ömrünün mevsimlerle başa çıkamadığını ama hevesin hiç yaşlanmadığını. Postürünü kaybetse de beden, ruhun onu içten içe dürtüp kışkırttığını...
“Öpünce geçer” derler ya hani, öpmedi giderken beni. O yüzden geçmedi henüz gençlik, bitmedi.
Yıllar cildi buruşturabilir ancak ruh, heyecanların bitişiyle buruşur. İnsan, kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı, cesareti kadar genç, korkuları kadar yaşlıdır. Yaşından önce umudu var mı diye sormak lazım kişiye, rakamlar birer hiç. Çünkü insan hayalleri varsa dinç, umudunu kaybetmemişse genç.
Zaman geçiyor, çocukken yıldızlara bakıp hayaller kurardım. Biraz büyüyünce yıldızlarımın üzerine gelen bulutlara üfleyip yolumu aydınlatacağımı düşünürdüm. Bir zamanlar, havada buluttan buluta uçardım. Şimdi ise ayağım tökezlemeden yürümeye çalışıyorum ama umudumu hiç kaybetmiyorum.
Sonunda da anladım ki;
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
Ve insan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır."
19 Mayıs Gençlik Bayramınız kutlu olsun !
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan