HÜR DOĞDUM, HÜR YAŞARIM!
Yeryüzü bir virüse esir, içeriye hapsolmuşken sokağa çıkma yasağının, kısıtlamaların kalkmasıyla insanlar çılgınca sokaklara aktı. Aylardır yaşadıkları korku ve tedirginlikle dışarı çıkamayanlar, kendilerini kırlara bayırlara, sahillere, denizlere attı. Hapisten özgürlüğe kavuşmuş mahkumların sevinci gibiydi yaşanan. Özgürlüktü o, hiçbir duygu ile kıyaslanamayacak kadar kıymetli olan…
Tam da bu sırada zenci bir protestocunun beyaz bir polis tarafından nefessiz bırakılarak öldürülmesi ile çalkalandı dünya. Tüm zenciler ayaklandı, ortalık ırkçı söylemlerle yankılandı. Yıl olmuş 2020, hala zenci-beyaz ayrımı yapıyoruz, bunu tartışıyoruz. Çok sevdiğim bir söz var; “Aptallara göre insanlar ırk, dil, din, renk, yaş, statü, cinsiyet, milliyet, başta olmak üzere sekizden fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir.
İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar; İyi insanlar ve kötü insanlar…”
Üstelik bu olayların yaşandığı yer de özgürlükler ülkesi Amerika!
Hani Suriye ve Filistin’e özgürlük götüreceğini söyleyen, Çin’in ticaretine, Rusya’nın siyasetine, dünyanın ekonomisine karışan Amerika!
Sen önce kendi ülkende özgürlüğü sağla, insanları renklerine göre ayırma!
Özgürlük!
Dura dura yazıyorum bu kelimeyi, çok istiyorum çünkü hakkını vermeyi. Ağır bir kelime özgürlük, göze almak gerekiyor uğruna nice bedeller ödemeyi. Aklın zincirlerinden kurtulup hürriyetin sahillerine vurmaktır o, dalga boyu. Düşünde kovaladığın yıldızlara dokunmaktır parmaklarınla. Gözlerini kapayıp hayal kurmaktır, rüzgarı kovalamaktan yorgun düşen ayaklarınla. Bazen kendin olabilmek adına, bazen sevdiğinle olmak uğruna meydana okumaktır dünyaya. Senden beklenileni değil, dilediğini yapabilmek, gerektiğinde işinden gücünden, evinden, eşinden ama en çok da kendinden gidebilmektir.
Herkese göre farklıdır özgürlük… Hasta için kurtulmaktır acıdan, ağrıdan. Militanın dağlara vuran sevdası, bir tutsağın prangalarından sıyrılma çabasıdır. Mecnun’un Leyla’ya sevdası, Prometheus’un tanrılardan ateşi çalmasıdır. Irak’taki bebek için anne kokusu, öğrenci için sınav korkusu, asker için silah namlusudur. Mutluluğun sırrıdır özgürlük, özgürlüğün sırrı da cesaret!
Bazen gökkuşağı sanırsın özgürlüğü, peşinden koştukça uzaklaşan gökkuşağı. Derin sellerden, heybetli kederlerden sonra yükselen gökkuşağı gibi ardından koşarsın, koşsan da yakalayamazsın. Ezeli belirsiz ebedi bir çizgi sanırken özgürlüğü, büyüdükçe çözdüm galiba formülünü. Başlangıç noktası, ‘Bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde, senin özgürlüğün sona erer’ iken bitiş noktası; ‘Bedeline katlanabileceğin her şeyi yapabilme hakkı’ denebilir bu keçi yollu, dar geçitli çizgi için. Özgürlük içinden geleni yaşamaktır aslında, bazen kaçıp uzaklaşmak, bazen hiçbir şey yapmadan sessizce durmaktır. Ama asla derin bir iç çekiş değildir. Dumanlı bakışlar, buğulu gözlerle uzaklara dalma, keşke’li cümleler kurma hiç değildir. Özgürlük, kişinin kendi kendiyle en büyük imtihanıdır; Geçerse kendini geçer, kalırsa kendinden vazgeçer…
Sanki sonsuza kadar yaşayıp hep var olacak gibi yaşıyoruz hayatı. Güvenli limanlara demir atıp korunaklı sığınaklar arıyoruz. Hep kalacak gibi kalıcı olanı alıyoruz. Bir toz zerresi olduğumuz hayatta kim bilir belki de başka bir canlının ayakucunda yaşıyoruz. Bir başkasının hikayesinin kahramanı, kendi hikayemizin yazarıyız. Oysa neye güvenerek yaşıyoruz?
Güneş bizden sonra da nasılsa doğmayacak mı sanki? Herkes bizim kadar küçük ve de bizim kadar büyük değil mi? O yüzden fırtınalara, korkularla birlikte dalmaktan başka çare yok ki…
Yaşadım diyebilmek, kendi tercihlerinin peşinden gidebilmek, gerekirse biraz üzülmek, acaba demek ama seçimlerinin bedelini gönüllü ödeyebilmektir. Gerisi hikayedir.
Güneşin doğuşunda saklıdır Özgürlük. Sevgilinin adında, avucunda, kokusunda. Ebegümecinin şifasında, uçan kırmızı balonlarda. Aşktır özgür’lük, nefesin kesilene kadar öpüşmek, nefesin bitene kadar sevmek, nefes gibi muhtaç olabilmektir. Buselik makamında çalıp söylemek, öpünce prense dönüşen kurbağa masalına inanmaktan vazgeçmemektir.
Özgürlük, cebinde beş kuruşla yola çıkmakta. Yalınayak çimleri hissetmekte, sevinci, kederi, huzuru, mutluluğu aynı saymakta. Bulut tozuna bulanmış kanatlarıyla bir kuşun kanadında, haykırışta, marşta. Dört duvar arasında, anahtar deliğinden sızan ışıkta. Özgürlük, yüzüne çikolata bulaşmış çocuğun kahkahasında, toplatılmayan kitaplarda, omuz omuza çekilen halaylarda, yakılmayan parşömenlerde, asılmayan düşüncelerde. İçimizde, zihnimizde çünkü özgürlük, kendimiziz gerçekte…
Özgürlük, dostluk, kardeşlik barış, şairin söylediği şiir, sanatçının kendi artık olmasa da söylediği şarkı demek, yarınlar demek. Topluma rağmen kadın olabilmek, erkeğin rahatça ağlayabilmesi demek. Kalbini dinlemek demek ve gerisini boş vermek…
Tam da zincirlerinden kurtulmuş, gökyüzüne kavuştuğumuz bu günlerin gizli mizli değil aleni öznesi özgürlük. Ruhun coşkusu, yüreğin umudu, aklın yolu. Gökyüzü, özgürlüğün evi barkı, yurdu. Ve neyse ki gökyüzü hala hiçbir cüzdana sığmıyordu. Ki sığsaydı eğer kaç para eder?
Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok, ruhunuzu satmayın yeter!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan