Aylarca, yıllarca Ankara’ya gidip gelerek şehre elektrik ve suyu getiren belediye başkanının aynı zamanda yörenin ilk avukatlarından birinin oğlu, aşiret torunu…
Henüz on yedi yaşında annesini kaybetmiş, üniversiteyi okumak için İstanbul’a gelmiş, kardeşlerini yanına alıp baba gibi bakmış, kol kanat germiş. Bir yandan hukuk fakültesini okurken bir yandan çalışma hayatına girmiş. Henüz üniversiteyken kuru temizleme dükkanı açmış, hem kendine hem arkadaşlarına cep harçlığı çıkartmış. Sonra Dal’dan isimli manav dükkanıyla gıda işine başlamış. Öyle kolay iş de değilmiş; Sabahları 5’te hale gidip meyve-sebzeleri seçip en iyisini satmaya çalışırmış. Çok sevilirmiş, sayılırmış. Nereye gitse farklılık yaratırmış. Tüm garsonlar, işletmeciler, şoförler onu tanırmış. En iyi masa hep onun, en iyi hizmet hep ona yapılırmış, aksi tartışılmazmış. Okulu bitirince henüz stajyerken kendi ofisini açmış, yanında avukat çalıştırmış. Sabahlara kadar uyumadan çalışır, dosyalarla yaşarmış. İşi evi, evi işiymiş. Azmi, başarısı, hırsıyla sonsuz çalışkanlığıyla artık yurdun en iyi avukatlarından biriymiş. Ülkenin en güzide futbol kulüplerinden birinin on iki sene hukuk işlerinden sorumlu asbaşkanlığını yapmış, dağınık ve başıboş durumdaki 252 derneği bir çatı altında toplamayı başarmış. Ata sporu güreşe sahip çıkmış, bugün yüzlerce sporcu yetiştiren ülkenin en önemli güreş kulübünü kurmuş. Adı törenlerle er meydanına verilmiş. Evlenmiş, iki kızı olmuş. O kızlarına aşıkmış, kızları ona…
Her sıfatı başarıyla taşımış ama babalığı bir başka. Evet bahsettiğim bu adam, babam benim; İlk aşkım, yara bandım, süper kahramanım…
Şimdi ona diyeceklerim var;
‘Serçe parmağını uzatmışsın, tuttuğumda, ağlamam kesilivermiş baba’, öyle diyorlar.
İlk adımlarımı atarken elimden tutuyordun, düşecek gibi olurken yakalıyordun hemen, şimdi anlıyorum ki, ellerimi hiç bırakmamışsın…
Yemek yemek istemezdim kimi kez, ‘bırak, yeme’ derdin…
Uyumak istemezdim; ‘boş ver, uyuma’ diye söylerdin.
İstediğim şeylerin peşinden gitmeyi senden öğrendim baba, bir de yüreğimin sesini dinlemeyi…
Sesini hiç yükseltmedin bana, buğulu gözlerinden anlardım ben.
Öfkelenmene takılmazdım da, üzülmen acıtırdı en çok içimi.
‘Akşama baban gelsin, görürsün sen’ denilenlerden olmadın hiç, aksine;
‘Akşam olsa da, gelse bir an önce’denilenlerdendin hep…
Traş olurken, bayılırdım seni seyretmeye…
Küçük hasır bir kutusu vardı, yüzüne sürdüğün çam esansının…
Uzak diyarlardan masallar anlatırdın ve sonu hep mutlu biterdi masalların.
Büyürken, hayatın masal olmadığını öğrendim baba, masallara inanmamayı da.
Sürdüğün o çam esansı gelmiyor artık burnuma, sence ondan mı acaba?
Fotoğraf çekmeye giderdik kimi zaman, uzun yürüyüşler yapardık elim elinde...
İnsan yüzleri çekmeyi severdik en çok birlikte…
‘Büyüyünce de öyle yap’ derdin;
‘Kalbinin vizöründen, karşındakinin yüreğine odaklan’.
Fotoğraf çekmeyi öğrenemedim belki ama insanları karşılıksız sevmeyi öğrendim senden baba; Kalbimin vizörüyle kalplerine odaklanarak…
Okula başladığım günü hatırlıyorum, eminim senin de dün gibi aklında…
Korku dolu gözlerle bakınıyordum etrafa.
Ve sınıfın kapısından girerken dönüp baktım arkama, ‘Hadi’ diyordu gözlerin; ‘Söz, ben hep yanında olacağım, hadi, git büyü bir an önce ve altını üstüne getirelim dünyanın birlikte’…
Bazen, dünyam altüst oldu benim ama hep yanımda oldun;
Sen, sözünü tuttun baba…
En güvenen sen oldun bana; kimseler inanmasa da…
Sığındığım limandın, tutunduğum yürek…
‘Kimseye hesap vermek zorunda değilsin, kendi vicdanından başka’ derdin…
Huzurlu uykularımın sebebi oldun baba; tertemiz vicdanımla…
Küçük bir kızken de, büyüdüğümde de biliyorum elimi tutacağını ve de asla bırakmayacağını…
Keşke tutup elimi, çocukluğuma götürsen yine beni…
Kimse korumuyor beni senin gibi, takılırım da düşerim diye düşünmüyor.
Elimi, senin gibi kimse tutmuyor.
Ve ben kimsenin serçe parmağından tutarak yürümedim ne zamandır...
Sana öfkeliyim ama baba;
Senin gibi sandım ben herkesi, senin gibi cömert, vicdanlı, vefalı…
Kendinden önce beni düşünürsün ya, öyle yaparlar sandım ben de herkesi
Değilmiş öyle;
Önce kendini düşünüyormuş insanlar, sonra menfaatlerini, sonra sıra gelirse ancak seni…
Gurur duydun hep benimle, en önde izledin hep, en önce alkışladın,
Öyle değilmiş hayatta;
Kıskanıyormuş insanlar, sevdiklerinin bile başarılarını…
Önüne bak dedin hep bana;
Takılma, o ne dedi, bu ne dedi,
Haklıymışsın baba;
Benimle sidik yarıştıranların hepsi, sonunda üstüne işedi…
Herkeste seni aradım ben;
Senin gibi olsunlar istedim;
Sevgi dolu, güçlü, çalışkan, ağırbaşlı
Senin gibi sevsinler istedim;
Karşılıksız, sonsuz, saf, saygılı
Artık büyüdüm baba;
Gördüm, yaşadım ve nihayet anladım;
Prenses olmak için prense ihtiyacım yok,
Çünkü ben zaten Kralın Kızıyım…. !
“BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…”
CANSEN ERDOĞAN
twitter : @cansenerdogan
instagram : cansenerdogan
Snapchat : cansencann