Bugün 10 Kasım, yani ben bu satırları yazarken 10 Kasım'dı, sizin okuduğunuz saatlerde takvimler yeni bir güne çoktan geçti bile, dokuzu beş geçti yine, bayraklar yine gönderde, hayat devam ediyor işte…
Okuldaki anma törenine gitmeden önce kahvaltı ediyorduk oğlumla. “Ne güzel, ölümünden 81 sene sonra böyle anılmak, hatırlanmak” dedi, yüzünde bir hayranlık ifadesiyle. “Onca yıl sonra her 10 kasımda saat dokuzu beş geçe hala duruyor arabalar yolda, insanlar saygı duruşunda. Herkes resmini paylaşıyor, dualar ediyor, özlemle anıyor. Sanki hiç gitmemiş gibi, hiç ölmemiş gibi…”
“Hiç gitmemiş gibi, hiç ölmemiş gibi”…
Takıldım bu cümleye baya bir süre yani şu ölüm meselesine. Sadece hastanede hatırlanır ölüm nedense, bir de cenazeye gidildiğinde. Gerçi sadece bir iki saat sürer etkisi, sonra yine aynı tas aynı terane.
Herkes için başka bir anlamı vardır ölümün, kiminin kaybettiği sevgilisidir, kiminin anası, babasıdır, kiminin arkadaşı. Bazen önünden geçen bir cenaze arabası, bazen musalla taşıdır. Herkesin anladığı başkadır ölümden, herkesin başka bir ‘ölüm’ü vardır aklında hatta ölüme dair planı. Topraktır ölüm, karanlıktır, acıdır, soğuktur, sıcaktır. Meleklerdir, şeytandır en çok da Tanrı’dır, Tanrı’ya kavuşmaktır.
Korkmayın korkmayın, kasvetli bir yazı yazmak değil niyetim. Güneşi göstermek aslında amacım. Ama ışığa varabilmek için de önce karanlıktan bahsetmek lazım.
Korkulur adından bile adı geçtiğinde, atılır öteye. Oysa doğal bir süreçtir o da; Doğmak, yaşamak gibi, kusursuz sistemin kusursuz finali, yeni gelenlere yer açma eylemi. Ruhu kızağa çekme, dinlendirme vakti. Size bir şey diyeyim mi; ölümden en çok korkanlar, hayata daha katacakları olanlar, henüz iz bıraktığına inanmayanlar, daha yaşaması gereken şeyler olduğuna inananlar. Ah hep diyorum, kendime de hatırlatıyorum; ölüm diyorum - hayatını yarınlara erteleyenlerin, saçma bahanelerin acı biçimde yüzlerine vurulacağı gerçek. Pişmanlıkların, küslüklerin ve de ‘keşke’lerin bedeli.
Dediği gibi şairin;
Ölüm Allah’ın emri de şu ayrılık olmasaydı iyiydi…
Yaşamak, ezeli bir savaş olduğundan beri,post-modern bir direniştir ölüm. Yaşamanın bu kadar değerli oluşu da ölüm sayesinde değil mi?
Bence yanıldığımız yer şu, ölüm, yaşamanın karşıtı değil yaşamın sonu. Dünyaya gelirken ölümü göze alarak geliyoruz, en azından sonunda ne olacağını biliyoruz. Tıpkı bir aşkta ayrılığı göze almak gibi. Sonu ne olur diye düşünmeden yaşadığımız, yaşamaktan kendimizi alamadığımız…
En en kötü hali ölümün, gaz hali yani hayatınızdan sevdiğiniz bir kişinin daha eksilmesi, her eksilenin de yanında sizden bir parça götürmesi. O çok sevdiğinizin buhar olup gitmesi. Bir daha onu görememek, ellerine dokunamamak, onunla bir daha konuşamamak. En kötüsü de bir daha onunla bunları yaşayamayacağının farkına varmak. Durup durup vurandır ölüm geride kalanları ve götürdüğünden çok bıraktığındadır izleri…
İşin aslı, ölüm gidenler için bir başlangıç da kalanlar için son…
Evet başlangıç dedim, yanlış okumadınız. Sonu olmayan bir başlangıç hem de. Hayatın yegane adil başlangıcı. Niye mi, çünkü herkes eşit doğmaz, eşit yaşamaz ama eşit ölür. Ne kadar zengin, fakir, akıllı, başarılı, yalnız ya da güçlü olduğunun önemi yok. Nihayetinde herkese yetecek bir parça beyaz çaput, birazcık da pamuk.
Tüm ilahi dinlerde, ölümün bir uyanış olduğundan bahsedilmesi tesadüf değil bence. Zorluktan kolaylığa, kötüden iyiye, hizmetten mükafata, zahmetten rahmete geçiş olarak adlandırılır hepsinde de. İnanmayanlar için sonsuz bir sessizlikten ibaretse de inananlar için vuslat zamanı, gerçeğe düşen ilk cemre, başlangıçlara açılan yeni bir pencere ölüm bence. Bilinmeze doğru çıkılan, dönüşü olmayan yolculuk, belki de varılacak yer aslında.
Savrulup toprağa düşen bir başak tanesi toprağa değdi mi canlanabiliyormuş.Ölüm de böyle bir şey olsa gerek, tekrar canlanabilmek için toprağa değmek galiba. Her insanın ömründe bir kez kazanabileceği ve kazandığı an kaybedeceği bu en büyük oyunun, ölümün en güzel yanı da bir daha olmayacak olması…
Dibine kadar yaşayabildiyseniz hayatı, ölümüne sevdiyseniz en azından bir kere, yağan yağmura aldırmadan öpüştüyseniz sevgilinizle, yuvarlandıysanız karlarda çocuklarınızla, sabaha kadar sohbet edebildiyseniz dostlarınızla, bir filmde ağlayabildiyseniz içli içli, hiç bilmediğiniz bir ülkede, hiç tanımadığınız insanlarla eğlenebildiyseniz, tüm dünya size karşı koysa da aklınızı yolda bırakıp yüreğinizin sesine koşabildiyseniz eğer, ölmekten korkmanız gereksizdir. Yaşamın hakkını vermişsinizdir. Önemli olan bir iz bırakmak, o izle anılmaktır. Bıraktıysanız, o izle anılacaksınız. Bunlardan bir tanesini bile yapmadıysanız, sanırım korkmakta haklısınız.
İki türü vardır ölümün;
Eğer ölen beden ise ruh serbest kalır. Ölen ruh ise eğer, gözyaşı serbest kalır.
Valla ne diyeyim, ölüm denen şey kaçınılmaz, herkes illa bunu yaşayacak.
Bence her günümüzü son günümüzmüş gibi yaşayalım çünkü bir gün gerçekten öyle olacak!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan
Yaşamak, ezeli bir savaş olduğundan beri, post-modern bir direniştir ölüm.