SARI KURDELE
Sosyal medyadan takip edenler bilir, hafta sonu TÜGİAD tarafından düzenlenen Ekonomi Çalıştayı için Fethiye’deydim. Farklı sektörlerden kalabalık bir ekiple çıktığımız bu yolculuktaki bir anekdot, bu haftanın yazı konusunu belirledi aslında. Nasıl mı, başlıyorum o halde;
İstanbul’dan havalanan uçakta, başımı camın pervazına dayamış uyumaya çalışırken dilime yapışıp kalmış bir melodiden ne yapsam kurtulamıyordum. Bedenim uyumak için tüm gücüyle çabalarken beynim o melodinin hangi şarkıya ait olduğunu bulmaya takılmıştı bir kere. İkisi arasındaki bu amansız mücadele, Dalaman Havalimanı’na ininceye kadar sürdü. Galibiyet yoktu ama ben yorgunluktan perişandım.
Uçaktan inip bizi bekleyen özel minibüse binince dilime dolanan bu melodiyi bilen var mı diye sordum, yanımdaki minik kalabalığa. Arkadan birisi; “Ya bu Yellow Ribbon işte, Amerika’da 70’li yılların en meşhur şarkılarından biri. Gitarla çalıyorum ben, senin aklına nereden geldi” diye seslendi. Gerçekten de Yellow Ribbon’du bu ve aklıma nereden geldiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Minibüs Dalaman’dan Fethiye’ye doğru ilerlerken aynı kişinin sesi yine duyuldu;
‘Şarkıyı diline dolamayı biliyorsun da hikayesini biliyor musun peki ?’
Minibüstekiler kafalarını arkaya doğru uzattılar merakla. Bu soruya verecek cevabım yoktu, hikayeyi bilmiyordum. Minibüs ahalisi, heyecanla hikayeyi bekliyordu. O da anlatmaya başladı;
Adamın biri çok uzun yıllar hapiste yatmış̧. O dönemde hapiste yatmak çok ayıp ve yüz kızartıcı olduğundan ziyarete gitmek de makbul sayılmamaktaymış. Yani adamın ziyarete geleni gideni yokmuş. Hapishaneden çıkmasına bir hafta kala karısına mektup yazmış. Uzun yıllar hapiste yattığını ve artık cezası bittiği için bir hafta sonra çıkacağını ve tekrar evine dönmek istediğini anlatmış. Karısının onu tekrar kabul edip etmeyeceğini, hala bekleyip beklemediğini bilmiyormuş. Mektubunda, kabul etmek istemezse haklı olduğunu ama kendisinin onu ilk günkü̈ gibi sevdiğini yazmış.
Yaşadıkları köyün çok yakınından şehirlerarası bir yol geçmekteymiş. Yolun kenarında da kocaman bir ağaç̧ varmış. Eğer karısı onu hala seviyorsa ve evde kendisini bekliyorsa dönmesini istiyorsa o ağacın görülebilecek bir dalına sarı bir kurdele bağlamasını istemiş. Otobüsle o yoldan geçecek ve sarı kurdeleyi görürse inip eve doğru yürüyecekmiş. Ama görmezse artık istenmediğini anlayıp yoluna devam edecek, başka bir şehirde kendine hayat kurup orada yaşayacakmış.
Adam hapisten çıkmış ve binmiş otobüse. Yolda giderken yanındaki ile de arkadaş̧ olmuş. Yolculuk sırasında hikayesini ona da anlatmış. Dinleyen kişi, bu durumu heyecanla otobüsteki tüm yolculara duyurmuş. Herkeste bir merak başlamış ki sormayın gitsin. Saatler sonra adamın köyüne yaklaşmışlar. Son virajdan dönünce bahsedilen o ağacı göreceklermiş. Heyecan, umut ve güzel temenniler, tavan yapmış̧ adeta. Herkes yerinden kalkmış̧ tek bir şeyi görmek üzere odaklanmış̧. Otobüs artık bir hayli yavaşlamış. Ağaç̧ görüldüğünde otobüstekilerin hepsi, gözleriyle bütün dalları tarayacak ve o tek kurdeleyi arayacakmış. Kırk kişiye yakın insanın aynı anda bakmasıyla kurdelenin görülmeme şansı da olmayacakmış. Herkes heyecanla ayakta, pencerelere yapışmış. Otobüs son virajı dönmüş. Az ileride haşmetli gövdesiyle bahsi geçen ağaç̧ gözüküyormuş!
Otobüs, sevinç çığlıklarıyla durmuş;
Ağacın bir dalında değil tüm dallarına bağlanmış̧ binlerce sarı kurdele varmış!
O otobüsteki sevinç çığlıkları, bizim minibüste alkışlar ve tezahüratlara dönüşmüştü. Bayılmıştı herkes hikayeye. Yolculuğun kalanının “Yellow Ribbons” u dinleyerek geçtiğini söylememe gerek yok tabi :)
Ne güzel demişsin be Özdemir Asaf; ‘Gelecekse beklenen, beklemek güzeldir’ diye. Şimdi bu yazımı okuyan kaç yürek vardır kim bilir, hala inanamayan birilerinin gittiğine, bir şeylerin bittiğine. Beklemek zaten yeterince zor iken gelmeyecek, dönmeyecek birini beklemek, bildiğin intihar demek. Ah ne zordur beklemek, beklenen bundan habersizken!
Geçiyor ömrümüz beklemekle; Güneşin sabahı, ayın geceyi beklediği gibi…
Gideni beklemek, geleni ve gelecek olanı beklemek. Gelmeyecek olanı bile umutla sabırla beklemek…
Gündüzleri anımızdan, geceleri uykumuzdan çalıp kapımızın her an çalınmasını dört gözle beklemek…
Hep bir bekleyiş üzerine kurulu hayat ya ne tuhaf! Beklemeye dair en kırmızı anım, Noel Baba’nın gelmesini beklemek olsa gerek. Salıncak sırası beklemekten kar yağsa da okul tatil olsa’ya, hoca gelmese de dersi kaynatsak’ a kadar giden bir doğru ile devam ediyor hayat.
O doğru sandıklarımızın yanlış olduğunu anlamak çok da uzun sürmüyor. Zaten üç doğru da bir yanlışı götürmüyor.
Emekleri ilmek ilmek örüp de karşılığını görmek eşittir beklediğine değmek! Ekilen tohumların yeşermesi için yağmuru beklemek, buğdayın toprağa düşüp de başakta can bulması için beklemek. Sonu mutlu biten hikayeleri dinlemek, gerçekleşsin düşlerin diye dua etmek. Beklemek dediğin, hayat konan ipotek!
Ya kalan ol ya da giden aksi halde kaybedensin. Beklemek güzeldir ama doğru durakta.
Ve unutursan bir gün, biri tarafından bekleniyor olmanın mutluluğunu,
Sarı kurdeleleri hatırla!
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan