Bir haftadır gerek telefonla gerek mesaj ve mail yoluyla, sosyal medya üzerinden bu konuyla ilgili fikrim soruldu, yorum yapmam istendi. Geçen haftanın malum mevzusu, polemik konusu hakkında bir hukukçu olarak görüş bildirmelisin, dendi. Hangi konu mu, hani virüs neden geçer- kimden geçer ile başlayan Ankara barosu ile Diyanet işleri arasındaki o gerginlik ile nereden nerelere geldik…
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hutbede; “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesi. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz, bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim" diyor, bunun üzerine de Ankara Barosu da Ali Erbaş’ın bu sözleriyle insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiği gerekçesiyle ayağa kalkıyor. Diyanet Başkanlığı da altta kalmıyor, baro hakkında soruşturma başlatıyor.
Aslına bakıldığında Diyanet, özellikle son zamanlarda iyice çığırından çıkan toplumsal yozlaşma, abuk sabuk ilişkiler, anormali kabullenmeler, yanlış olanı kabul etmeler süreci için fikir beyan etmiş. Din ile ilgili kurumların belli konularda görüş bildirmeleri, sadece İslam dininde değil tüm dinlerde görülen bir durum. Diyanet elbette ki doğru olanı, doğal olanı gösterecek, söyleyecek. Burada da buna değinmiş ve halkı normale, iyiye, güzele yönlendirmek istemiş.Lakin eşcinsellik, HIV virüsünün tek sebebi değil. Burada kötü niyetli bir yaklaşım olmasa dahi HIV virüsü taşıyan yüzlerce kişinin bu anlamda zan altında bırakılması bakımından talihsiz bir cümle olmuş. Keza bu tür ilişkiler, tercihler yasaktır denebilir lakin lanetlemek çok ağır bir yargılama, kanımca. Ankara Barosu da buna tepki göstermiş zaten ama tepkisi biraz şiddetli olunca konu derinleşmiş, yargıya gidilmiş.
Eşcinsellik, yüzyıllardır hassasiyetini koruyan bir konu, toplumda bir tabu. Doğru ya da yanlış, günah mı değil mi polemiklerine asla girmeyeceğim çünkü bunu yargılayabilecek hakka sahip değilim, kimse de değil. Herkes, kendi öyle düşünmese de birbirine saygı duymak zorunda; Fikirlerine, düşüncelerine ve de cinsel tercihlerine. Aşağılamak, yadırgamak ve de yargılamak, kimin haddine. Bireysel özgürlükleri koruyan, kollayan ve güvence altına alan koskoca bir anayasa varken kimse kimseyi cinsel tercihleri, cinsiyet halleri için suçlayamaz, cezalandırılamaz.
Ya bir şey diyeyim mi aslında işin başı da sonu tek bir şeye dayanıyor, Gitgide ne olduğunu unuttuğumuz, ardından göbek atarak, pullu mendiller salladığımıza, Saygı’ya…
Bir zamanların en olmazsa olmazı, şimdilerin çoktan unutulanı, insanın insana, hayvana, emeğe, tarihe ve daha birçok şeye duymayı, beklemeyi unuttuğu kavram oldu saygı. Tutmuş saygıyı, ebeveyn yanında sigara içmemeye, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmamaya bağlayanlar var hala, geçelim bunları geçelim. Saygı meselesini bu kadar küçültmeyelim, rica ederim. Saygı meselesi, ağırlık merkezi. O biterse her şey gider; Sevgiymiş aşkmış, inançmış, güvenmiş hepsi çöker. Sevginin yapışık kardeşi gibi görünse de ayrıdır ondan, çok ayrı. Sevgi aşkın integrali olabilir belki ama saygı ilişkinin temeli, evimizin direği. Bir çiçek ise sevgi, saygı onu koruyan saksıdır. Çiçek solmaya başlamışsa dikkat edin, saksı mutlaka çatlamıştır.
Saymayı bilmek lazım, saygı olmazsa olmaz hiçbir ilişki. Ama sevginin içinde zamanla oluşmuş boşlukları saygıyla doldurmaya başlamışsak bir illüzyona doğru savruluyoruzdur,imdat yetişinSevgi azalırken yerine konması gereken şey, saygı olamaz çünkü. Valla bence asıl hata, onlarca yıldır aklımıza yazdırılan saygı tanımında. Hangi tanımda mı; Hani okulda okuduğumuz andımızda. “Küçükleri seveceğime, büyüklerimi sayacağıma…” diyor ya,yanlış işte orada. Küçüğünü de sayacaksın yeri geldiğinde, büyüğünü de sırf büyüğün diye saymayacaksın mesela. Hak edene gösterilmeli saygı, yaşı küçük de olsa, büyük de .Bir şeye, bir kişiye ya da ne bileyim bir olaya hayranlıkla karışık bir kompleks ile değil de başarısını övme, üstünlüğünü kabullenme ile yaklaşıyorsak o saygıdır işte, hak edilmiş olan…
Babaya, patrona, eşe, dosta, başkana, korkulan, sevilen, ihtiyaç duyulan, hayatımızda olan bir çok kişiye saygıyla yaklaşırız, bunu da normalkarşılarız. Ama bence asıl sorulması gereken, alakamız olmayana, menfaatimiz bulunmayana ve hatta aksi görüşte olduklarımıza saygı gösterebiliyor muyuz, önemli olan bu. Çünkü ruhun en geniş düşünebilme yeteneğidir saygı ve yeryüzündeki tüm sosyal birlikteliklerin harcıdır.
Düşündüm de acaba en çok kime saygı duyuyorum diye, cevap belli;
Kendime!
Ben istemedikçe ya da kendi elimle teslim etmedikçe kendime olan saygımı elimden alamaz, kimse. Ben istersem severim istersem saygı gösterir, eğilirim hak edenin önünde.
Bir Çin atasözü der ki;
‘Saygı, gerektiği yer ve zamanda, eğilmeyi öğrenmektir."
Ben de eklerim;
‘Saygı için eğilmesinibilen, dik durup devirmesini de biIir...!’
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan