UBUNTU
Afrika’da çalışan antropolog, bir kabilenin çocuklarına oyun oynamayı önerir. Çocukları meydana toplar. İleride görünen ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşan ödülü kazanacak, ödül de o meyveleri yemek olacaktır.
Çocuklara;
“Haydi, şimdi başlayın! Birinci olan meyveleri alacak!” der.
Tüm çocuklar bir an dururlar ve birden el ele tutuşarak koşmaya başlarlar. O ağacın altına el ele beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.
Gördüğü karşısında şaşıran Antropolog, açlık ve yokluktan kemikleri sırtlarına yapışmış, bedenleri küçücük kalmış çocuklara neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı alır;
“Biz “Ubuntu” yaptık. Yarışsaydık eğer, yarışı kazanan bir kişi olacaktı ve o ödülü kazanacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir, mutlu olabilir! Oysa biz ubuntu yaparak hepimiz yedik, birlikte kazandık.”
Kalbimizi yaralayan, tüm ülkeyi hüzne boğan İzmir depreminin ardından televizyonlarda, sosyal medyada, deprem bölgesineyapılan yardımlar vardı hafta boyunca. Bazı sektörlerin, özellikle köftecilerin şovlarına da tanık olduk malumunuz. Kendisini kurtaran görevlinin mavi eldivenli parmağını sıkı sıkı tutan küçük Elif’in parmağıyla olan resmini bardaklarda, saksılarda para kazanmak amaçlı kullanıldığını gördük dehşetle. Acıdan nemalanmak, felaketten para kazanmak nasıl bir vicdandır, sorguladık öfkeyle. “Yardımın hası, isim vermeden, kimliğini açık etmeden, incitmeden yapılandır” demiş atalarımız da gördüğümüz kadarıyla bu kimin umurunda. Ünlüler, fenomenler, sanatçılar, firmalar bağıra bağıra ilan ettiler ne kadar yardım yaptıklarını, ne kadar destek olduklarını…
Ama bunlar bildiklerimizdi. Bir de bilmediklerimiz vardı, el uzatan, enkaz yürekleri bağırlarına basan. Yardım kampanyaları düzenlendi, herkes gönlünden kopanı verdi. Kıyafetler, ayakkabılar, yakacak odunlar hatta çocuklara oyuncaklar yağdı İzmir’e, hemen bir-iki günde. Oteller, müsait evi olanlar kucak açtı depremzedelere. Millet olarak birbirimizi yesek de genelde, kızsak hep öfkelensek de, desteklemek yerine kösteklemeyi tercih etsek de büyük acılarda, felaketlerde bir arada olmayı, birbirimize sahip çıkmayı neyse ki biliyoruz. Bireysellikten biz’liğe doğru geçişi başarabiliyoruz yani ubuntu yapıyoruz.
Güney Afrika’da “ubuntu”, Uganda ve Tanzanya’da “obuntu”, Zimbabve’de “unhu” diyorlarmış. Hikayeyi bir daha, bir daha okuduğumda her seferinde başka bir anlam yüklüyorum, Türkçe’de bu kelimeye karşılık. Birlik denebilir mi acaba diye düşünüyorum, Biz olmak da uygun düşebilir mi acaba ya da takım olma…
Yalnız o değil de Afrika’nın, “ilkel”diye yorumlanan kabilelerinin bacak kadar çocuklarından öğreneceğimiz şeyler de varmış demek. İlkel, yabani, cahil, küçük diye aşağıladıklarımızın altında medeniyet de yatabiliyormuş desek. Hani büyük hazinelerin, altınların, mücevherlerin, mağaralarda, yabani tarlalarda, balta girmemiş ormanlarda saklı olması gibi. Yaşamak için paylaşmak zorunda olduklarını, birlikte hareket edince hayatta kalacaklarını öğrenmiş onlar. Biz de biliyoruz aslında da işimize gelmiyor. Tek başına kazanmak, her şeye sahip olmak varken, ‘daha’ yerine ‘yeterli’ demeyi bünyemiz kabul etmiyor.
“Ne diyorsun sen ya, bu dediğin komünist bakışın ilkel bir yorumu” mu dediniz siz? Dediniz dediniz, çevirmeyin şimdi. Cevap veriyorum, alakası yok. Herşey olabilirim de komünist olamam asla. Ne yani ben eşek gibi çalışacağım, yan gelip yatanla aynı maaşı alacağım, aynı hayatı yaşayacağım, yok öyle şey. Ubuntu, başka bir düşünce sistemi;
“Ben, ben olduğum için sen, sensin!"
“Ben, biz olduğumuz zaman ben’im” demek ubuntu.
Yani; “ Tüm benliğimi, Biz olabilmemize borçluyum” demek.
“Ben'i sağlıklı gelişmemiş bir birey için “sen”, daima bir tehdittir. Rakiptir ona, engeldir. Özgüven lime lime olmuşken karşıdaki herkes, bir tehlikedir.
Özellikle büyük şehirlerde, kalabalık ve kaynakların az olduğu yerlerde, geçim derdinin, sıfat ve statünün en önemli şey addedildiği yerlerde, insanların çoğu “ben”ci maalesef. Yalnızlaştırıldığımız yeni dünya düzeninde, kalabalık sofralar yerine internetten yemek söylediğimiz, sinema-tiyatro yerine evde bir başımıza dizi- netflix izlediğimiz, arkadaş ortamları yerine arkadaş sitelerinden partner seçtiğimiz hayatımızda bencilleşiyoruz gün geçtikçe. Bir yere yetişirken sıra beklerken işte, otobüsteher yerde. Oysa gün geçtikçe fark ediyorum ki dünyanın en güzel yemeğini yerken yanımda sevdiklerim yoksa, en güzel yerleri, beldeleri sevdiklerimle gezemiyorsam, başarımı birlikte kutlayamıyor, mutluluğumu paylaşamıyor, acımda yanımdakilerle ağlayamıyorsam hiçbir şey ifade etmiyor benim için, anlamsız geliyor hepsi. İşte o yüzden Ubuntu, ‘ben’ yerine ‘Biz’ diyebilmenin ne güzel örneği!
Bakmayın hayat şartları, teknoloji, değişimler bizi yozlaştırsa da, yalnızlaştırsa da “Komşusu aç iken tok yatan, bizden değildir” diyen ataların torunlarıyız biz, özümüz sağlam, yüreğimiz yiğit. Konuya uygun bir atasözü ile bitirelim o vakit;
“Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, ileriye gitmek istiyorsan birlikte git!”
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: @cansenerdogan