İSLAM, CUMHURİYET VE LÂİKLİK-III / 11
Cumhuriyet yönetimi ilk 10 yılda Ülkenin ekonomik durumunu geliştirmeye ve eğitim düzeyinin yükseltilmesine özen gösterdi. Emperyalizme yani sömürü düzenine karşı verilen bağımsızlık savaşı sonucunda siyasi özgürlük kazanılmıştı ama bunun ekonomik ve kültürel başarılar ile güvence altına alınması şarttı. Gazi Mustafa Kemal bu gerçeği şu sözleri ile açıkça dile getirmişti.
‘’Savaş meydanlarında kazanılan zaferlerden sonra kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz. Bunlar gerçekleştirilmedikçe siyasi bağımsızlık güvence altında sayılamaz.’’
Lord Curzon’un Lozan görüşmelerinde söyledikleri sözler hiç unutulmadı. Bu nedenle kimseye el açılıp yardım istenmedi. Ülke kendi imkânları ile dışa bağlı olmadan kalkınma yolunu seçti.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında kurtuluş mücadelesi verilen batılı ülkelerden yardım istemek düşünülemezdi. Bu ülkelerle mücadele eden komşumuz SSCB ile ise ideolojik yönden fikir ayrılığımız vardı. Bu nedenle onların gerçekleştirmeye çalıştığı komünizm ilkesini kendimize örnek alamazdık. 1924 anayasası liberal ekonomi önermekteydi. Devletin yapacağı desteklerle serbest piyasa ekonomisi uygulamaya konuldu.
Ülkenin sağlıklı yönetilebilmesi için çağın gerçeklerini bilen bir neslin yetiştirilmesi zorunluydu. Bu nedenle Osmanlıdan kalma eski eğitim sistemi terkedildi. Tevhid- i Tedrisat kanunu ile eğitim Millî Eğitim Bakanlığında toplandı. İlk, orta ve lisede yeni eğitim programları hazırlandı ve uygulamaya konuldu. Eğitimin kolaylaşması için Latin alfabesi kabul edildi. Ülke çapında okuma-yazma seferberliği başlatıldı. Gece mektepleri açıldı. Halk evleri faaliyete geçirildi. Toplumun üzerine çöken cehalet yenilmeye çalışıldı.
Laikleşme yolunda adımlar atılmasına rağmen Laiklik ilkesi henüz anayasa hükmüne dönüşmemişti.
Kültürel varlığımızın en önemlisi olan İslam Dininin topluma doğru olarak anlatılması zorunluluğu çok önemliydi. Toplum kendi dinini yeterince ve doğru olarak bilmiyordu. Devlet vatandaşına sağlıklı din bilgisi kazandırmak ve sağlıklı din hizmeti sunmak zorundaydı. Bu nedenlerle Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Bu kuruluşun yapacağı eğitim çalışmalarına ilave olarak Devlet okullarında din eğitimine başladı.
*1923-1933. Cumhuriyetin ilk 10 yılında din eğitimi: Cumhuriyetin ilk 10 yılında din eğitimi Osmanlı din eğitiminin devamı şeklindeydi. Fark kapatılan okul öncesi mahalle mektepleri, tekke ve zaviyeler ve medreseler yerine din eğitiminin okullarda verilmesiydi. İlk okullarda 12 yazarın hazırladığı 13 ayrı din dersi kitabı okutuldu. Bu eğitimde amaç dinin hurafelerden kurtarılması ve gerçek kimliğine kavuşmasıydı.
İlkokul 1. Sınıflarda haftada 1 saat ile başlayan din dersleri 6. Sınıfa kadar haftada 4 saat olarak okutuldu.
1. Sınıfta din duygusunun çocuklara sevdirilmesi amaçlandı.
2. Sınıftan başlayarak 6. Sınıfın sonuna kadar Allah ü Teala’ya (cc) iman, Cenab-ı Hakkı akıldan hiç çıkarmama ve Cenab-ı Hakk’a olan vazifelerimiz. Peygamber Efendimiz ve ona olan vazifelerimiz, Kelime-i Şahadet ve Kelime-i Tevhid’in manası, kitaplara ve Kuran-ı Kerime iman, meleklere ve ahiret gününe iman gibi imanın temel konuları okutulup öğrencilere doğru bilgiler verilmekteydi.
İlk okul 3. Sınıfta amentünün tafsilatlı izahı, İslam’da imanın önemi ve Tanrıya olan ibadetler anlatıldı, abdest alma ve namaz kılma ibadeti öğretildi.
Daha sonraki yıllarda Hazreti Peygamberin hayatı anlatıldı, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere. Ravza-i Mutahhare gibi kutsal yerler tanıtıldı, Hazreti Peygamberin(sav) insanlığa sunmak istediği ahlak, peygamberin sergilediği adalet ve onun şefkati, Hazreti Ömer’in (ra) adaleti anlatılarak insanlar arasında kayırma yapılmaması, insanlar arasına nifak sokulmamasının dinin bir gereği olduğu öğretildi.
Müslümanların mümin yani güvenilir olması münafık yani güvenilmez olmaması üzerinde ısrarla durularak, sözünde durmak, asla yalan söylememek, emanete hıyanet etmemek, kibirlenmemek, israftan kaçınmak, kötü söz söylememek, merhametli, yardımsever olmak ve hemen ölecekmiş gibi ahirete hazırlanmak gibi ahlâki değerlerin eğitimi verildi.
Cumhuriyetin ilk 10 yılında ilkokullarda verilen bu dini eğitim bu günkü din eğitiminden daha nitelikliydi. Çünkü amaç dürüst ve ahlâklı bir nesil yetiştirmekti. Daha sonraki yıllarda verilecek bilimsel eğitim ancak ahlâklı ve dürüst nesiller ile faydalı sonuçlar sağlayabilirdi.
Bu nedenle Cumhuriyet hem dini bilgileri sağlam hem ahlâklı hem de çağın gerçeklerini bilen, bilimsel doğruların peşinde koşan bir nesil yetiştirmeye çalıştı.
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak 1924 yılında İmam Hatip okulları açıldı. Bu okullardan mezun olan öğrenciler doğrudan camilerde imam ve hatip olarak görev alacaklar, böylece camilerde egemen olan geleneksel İslami eğitim anlayışına son verilecekti. Ancak bu düşünce başarılı olamadı. Halkın ilgi göstermemesi nedeniyle öğrencisiz kalan imam-hatip okulları 1932 yılında kapatıldı. Bu durum tekkesi, zaviyesi ve medresesi kapatılmasına rağmen topluma asırlardır egemen olan din anlayışının yer altında yaşadığının bir işaretiydi.
İmam hatip okullarındaki eğitim Ülkemize aydın din adamı yetiştirilmesi konusunda çok önemli bir adımdı. İmam hatip okullarını kapatılması hem talihsizlik hem de yanlıştı. Sonraki yıllarda daha çok siyasi gerekçelerle yeniden açılmasına rağmen imam hatip eğitimi Ülkenin kanayan yarası olarak bu günlere taşındı.
Din eğitimini veren diğer önemli kuruluş Diyanet İşleri Başkanlığıydı. Bu kurum tarafından yayınlanan İslam İlm-i hal kitapları ile İslam dini bütün açıklığı ile toplumun bilgisine sunuldu. Bizzat Gazinin talimatıyla Devlet tarafından ilk defa Kuran-ı Kerim mealine ve Türkçe tercümesine başlandı.
Kısa bir süre sonra en önemli İslami kaynak olan İmam-ı Buhari (ks) hadis kitabının da Türkçeye çevrilmesine başlandı. Bu çalışmalar İslam Dini için yapılan en önemli çalışmalardı.
Kuran ve hadisler asırlarca Türkçeye çevrilmemiş, Müslümanlar kendi dinlerini öz kaynaklarından öğrenememişler ve bir din adamının bilgisine mahkûm edilmişlerdi. Bu tercümelerle Türk Müslümanlığı da cumhuriyet sayesinde özgürlüğe kavuşacaktı. Bu konu, önemi dolayısıyla ileride yeniden ele alınacaktır.
Cumhuriyeti kuranlar din düşmanı değillerdi. Tam tersi Onlar her çocuğa Kuran-ı Kerimi dosdoğru anlatarak, İslam’ın erdemlerini öğreterek nitelikli din eğitiminin öncüleriydiler. Din işerini yürütmek ve yönetmek maksadıyla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığında çok değerli başkan ve din adamları görev üstlendiler.
Bizzat Gazi Mustafa Kemalin öncülüğünde yapılan çalışmalarla din, kula tapınma, mucize bekleme, büyü, üfürük ve muska, türbelerde yatanlardan medet umma gibi dinin asla kabul etmediği ve şirk saydığı hurafelerden kurtarılmaya ve doğru dini bilgilerin halka verilmesine çalışıldı.
Müslümanlar asırlarca İslam’ı çağının gerçeklerine göre yaşadıklarından siyasi, ekonomik ve kültürel yönde dünyayı yönetebilen güç konumuna yükselmişlerdi. Ancak Arap İslam anlayışının Osmanlı’ya hâkim olmaya başladığı 16- 17 yüzyıllarından sonra çağın gerçeklerine uymak için İslam’da yapılması gereken içtihatlar (yenileşme hükümleri) yapılmadığından İslam, dinamizmini kaybetmiş, giderek statik (sabit) hale gelerek çağın gerisinde kalmıştı. Cumhuriyetin miras aldığı İslam anlayışı, işte yeniliklere kapalı bu anlayıştı. Bu nedenle koca Osmanlı İmparatorluğu 3 asırda sömürge haline gelmiş ve Türk Milleti bir kurtuluş mücadelesi vermek zorunda kalmıştı.
Cumhuriyet Türk milletine özgürlük kazandırdı. Kültürün vazgeçilmez unsuru olan dinin de özgür olması gerekiyordu. Çünkü özgür olmayan ortamlarda din yaşamıyordu.İslam Peygamberi Hazreti Muhammed (sav) dinini ve inançlarını tam olarak yaşayamadığı, doğduğu, büyüdüğü 53 yıl yaşadığı ve çok sevdiği Mekke’den Medine’ye özgür olabilmek için hicret etmemiş miydi?
Bu nedenle Cumhuriyet, yıllarca yapılmayan yenilik (içtihat) hareketlerine girişti. Türk milletinin gönülden bağlı olduğu İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması için yapılan bu çalışmalar, keşke kendini din adamı ve mümin sayan bir kısım Müslümanlar tarafından da karşı çıkılmayıp, yol gösterilerek desteklenseydi büyük olasılıkla yanlış adımlar atılmayacak ve din duyguları siyasi çıkar hesaplarına kurban edilmeyecekti.
Bir tarafta kendini aydın sayan ve dini dışlayan, diğer tarafta hurafelerden kurtulamayan din adamlarının davranışları dün olduğu gibi bugün de hem İslam’a hem topluma zarar vermeye devam ediyor. Müslüman toplum giderek İslam’dan uzaklaşıyor. Bu nedenle toplum özlediği İslam ahlâkını yaşayamıyor ve bir türlü huzura kavuşamıyor.
*1923-1933. Cumhuriyetin ilk 10 yılında önemli hamleler: Cumhuriyet Osmanlıdan viran, harap ve borçlu bir ülke, hasta, fakir ve cahil bir halk devralmıştı. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in başbakan İsmet Paşa’ya gönderdiği ve Ülkenin o günkü durumunu anlatan mektubunu hiç kimsenin unutmaması gerekir. Daha önce bahsi geçen O mektubu bir kere daha hatırlayalım.’’
''Sevgili Paşam;
Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe komutanı ve Lozan baş delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize; geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul ve köylü bir devletiz.
Dört mevsim kullanabilir kara yollarımız yok denecek kadar az. 4000 km kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni, Cumhuriyet ile bağdaşmaz. Bu durum düzeltilmeli. halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor.
Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası, hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az sayıda eczane var.
Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halde. Bit, ciddi bir sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60 ı geçiyor. Nüfusun % 80 i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremidi bile ithal ediyoruz. Elektrik, yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 408. Ülkeyi nerdeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelecek göçmen sayısı, 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da eğitim hayatımız da içler acısı. İktisatçımız çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitim sorunu hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha acı bilgiler var. Bunları bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü geldiğinde konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel olmalı. Osmanlı, bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kader'in bizim kuşağımıza yüklediği kutsal görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah, yardımcımız olsun. Gazi Mustafa Kemal ''
Koca Osmanlının bıraktığı bu miras hiç unutulmamalı ve bu miras eskiye özlem duyanlara sürekli hatırlatılmalıdır. Bu nedenle cumhuriyet yönetimi ilk 10 yılda ekonomi, sağlık ve eğitim alanlarında ciddi ve kalıcı hamleler yaptı. Bilgi edinmek maksadıyla bu hamlelerden birkaçı aşağıda özetlenmiştir.
a) Ekonomi alanında yapılanlar: Cumhuriyet ilan edilmeden önce 17 Şubat- 4 Mart 1923 tarihleri arasında 1. Milli İktisat kongresi yapılarak ülkenin ekonomik durumu bütün gerçekleriyle ortaya konuldu.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan anlaşmasıyla Türkiye siyasi bağımsızlığının yanında ekonomik ve adli kapitülasyonlardan kurtularak ekonomik bağımsızlığına da kavuştu. Bu durum ikinci bir kurtuluş zaferiydi
1924 yılında % 14,8 oranında büyüme gerçekleştirildi, 22 Nisan 1924 tarihinde Orman Kanunu kabul edildi. 8 Mart’ta ilk milli sigorta şirketi olan Anadolu Sigorta AŞ ,14 Mayıs’ta Zonguldak’ta Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri, 17Eylül’de Tütüncüler Bankası kuruldu.
1925 yılında % 12,9 oranında büyüme gerçekleştirildi. Köylüden alınan aşar vergisi 17 Şubat 1925 tarihinde çıkarılan kanunla kaldırıldı. Devlet bütçesinin %21,3’üne tekabül eden bu verginin alınmaması ekonomik bir devrimdi.
1926 yılında %18,2 oranında büyüme gerçekleştirildi 24 Mart 1926 da petrol arama ve işletme hakkı devlet tekeline alındı. 22 Mayıs 1926 tarihinde Emlak ve Eytam Bankası kuruldu.
24 Mayıs 1927 tarihinde Teşvik-i Sanayi kanunu kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti adına ilk kâğıt paralar tedavüle sürüldü. Cumhuriyetin ilk şeker fabrikası olan Alpullu Şeker fabrikası işletmeye açıldı. Buğday-un ithalatı kaldırıldı. İlk genel nüfus sayımı yapıldı. Erkek 6 563 879, kadın 7 084 391, toplam 13 648 270. Kişi. Gerçek nüfus belirlenince büyüme rakamı 1927 yılında %12,8 oranında geriledi.
1928 yılında %11,0 oranında büyüme gerçekleştirildi. 7 yılda geri ödenecek olan 107 528 461 altın lira tutarındaki Osmanlı borçlarının 14 014 000 lira tutarındaki ilk taksit ödemesi yapıldı. 2 Şubat 1928 tarihinde Ankara çimento fabrikası, Mayıs 1928 de sonradan İTÜ adını alacak Yüksek Mühendislik Mektebi açıldı.
1929 yılında % 21,6 oranında büyüme gerçekleşti. Ancak 21 Ekim 1929 tarihinde ortaya çıkan Dünya Ekonomik krizi nedeniyle büyüme oranları birkaç yıl geriledi. Bu yıl Ankara- İstanbul arasında ilk telefon konuşması yapıldı. 28 Mayıs 1929 tarihinde Tarım-Kredi Kooperatifleri kanunu kabul edildi. Lozan Anlaşmasıyla yürürlükte olan Gümrük muafiyeti bu yıl sona erdi.1 Haziran 1929 tarihinde Gümrük Tarife Kanunu kabul edildi. Böylece ekonomik özgürlük yolunda bir adım daha atılmış oldu. 8 Haziran 1929 tarihinde Milli Sanayi Teşvik kanunu çıkarıldı. 4 Aralık 1929 tarihinde her işte yerli malı kullanılması konusunda Bakanlar kurulu kararı yayınlandı.
1930 yılında Dünya Ekonomik krizinin etkisiyle büyüme % 2,2 oranında gerçekleşti. 1 Şubat’ta Devlet İstatistik Enstitüsü kuruldu. Ekonomik krizden korunmak maksadıyla 20 Şubat’ta Türk Parasını Koruma kanunu çıkarıldı. 11 Haziran 1930 tarihinde Merkez Bankası kanunu kabul edildi. 12 Aralık 1930 da Artırma ve Yerli malı kullanma haftasının kutlanmasına başlandı.
1931yılında % 8,7 oranında büyüme gerçekleştirildi. 1 Haziran 1931 tarihinde Tekel Genel Müdürlüğü kuruldu. Merkez Bankasındaki altın rezervi 6.127 tona yükseldi.
1932 yılında büyüme oranı dünya ticaretinin daralması ve diğer sebeplerle - %10,7 olarak gerçekleşti.1 Şubat 1932 tarihinde 1. Tütün Kongresi yapıldı.
1933 yılında krizin etkisi azalınca %15,8 oranında büyüme gerçekleştirildi. Bu yıl yapılan Paris anlaşmasıyla Osmanlı borçlarının tutarı 8 578 343 altın liraya düşürüldü. (Bir altın lira= 6.60 TL ) Bu anlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin o tarihte kazandığı siyasi itibarının bir sonucuydu.
1 Şubat 1933 tarihinde Eskişehir Şeker fabrikasının temeli atıldı. 23 Mayıs 1933 tarihinde PTT Genel Müdürlüğü kuruldu. 8 Haziran 1933 tarihinde Halk Bankası kanunu kabul edildi.10 Haziran 1933 tarihinde3 Yüksek Ziraat Enstitüsüne özerklik verildi. 7 Ekim 1933 tarihinde Turhal Şeker fabrikasının temeli atıldı.
b) Demiryolları ve millileştirmeler: Bu dönemde yabancılar tarafından işletilen demiryolu ve denizyolu işletmelerinin millileştirilmesine ve yeni demiryolu yapımına hız verildi. Osmanlıdan hepsi yabancı şirketlere ait 4072 km uzunluğunda demiryolu devralınmıştı. Cumhuriyet yönetimi yurt savunması açısından demiryolunun önemini savaş yıllarında anlamıştı. Bu nedenle yabancıların elindeki demiryolları zaman içinde devletleştirdi ve 2300 km uzunluğunda yeni demiryolu yapımını başlattı.
Bu doğrultuda;
23 Nisan 1926 tarihinde Samsun- Kavak demiryolu,
09 Eylül 1927 tarihinde Samsun- Havza demiryolu,
23 Kasım 1927 tarihinde Samsun- Amasya demiryolu hatları işletmeye açıldı
23 Ağustos 1928 tarihinde Amasya-Zile demiryolu,
02 Eylül 1928 tarihinde Kütahya- Tavşanlı demiryolu
09 Eylül 1929 tarihinde Fevzipaşa- Gölbaşı demiryolu,
1931 yılında Gölbaşı- Malatya ve Irmak- Çankırı demiryolları işletmeye açıldı. Mudanya-Bursa hattı millileştirildi.
23 Nisan 1932 tarihinde Kütahya- Balıkesir demiryolu,
30 Kasım 1932 tarihinde Ulukışla- Niğde demiryolu,
02 Mayıs 1933 tarihinde Niğde- Boğazköy demir yolu hatları işletmeye açıldı. 27 Nisan 1933 tarihinde Adana- Fevzipaşa demiryolu hattının işletmesi satın alındı.
Daha sonraki yıllarda demir yolu yapımına devam edildi. Ankara- Sivas- Erzurum demiryolu hattı tamamlanarak 20 Ekim 1939 tarihinde işletmeye açılacak ve bu hat Doğu Anadolu’ya nefes aldıracaktı.
Aynı yıl Ankara – İstanbul arasında tarifeli uçak seferlerine başlandı.
Deniz yolları işletmeleri de yabancıların elindeydi. 01 Temmuz 1926 tarihinde kabul edilen Kabotaj Kanunu ile bu konuda sağlanan özgürlük ve yetkiyle yabancı işletmelerin millileştirilmesine başlandı.12 Haziran 1933 tarihinde İzmir Rıhtım şirketi millileştirildi. Yabancıların elindeki gemiler satın alındı. O1 Temmuz 1933 tarihinde Seyr-i Sefain (Denizcilik) İdaresi lağvedildi yerine iç ve dış hatlar için Denizyolları ve İstanbul için Adalar- Kadıköy- Karaköy arasında hizmet veren AKAY İşletmesi kuruldu.
c) Sağlık alanında yapılanlar: Cumhuriyet bu konudaki ilk adımını Sağlık Bakanlığını kurmakla attı. Daha önce bu dalda sorumlu bir bakanlık yoktu. Sağlık Bakanı Dr. Refik SAYDAM, sağlık konusunda yapılması gerekenleri bir raporla tespit edip hükümetin onayına sundu. Çoğu hasta12 milyon vatandaş, buna karşılık 6500 hasta yatağı vardı. Kısa sürede yatak sayısı artırılmalı ve sıtma, verem, tifüs, çiçek ve trahom hastalıkları ile mücadelede seferberlik başlatılmalıydı. Ankara, Diyarbakır, Erzurum ve Sivas’ta Numune (örnek) hastanelerin yapımına 1924 yılında başlandı. 150 ilçede muayene ve tedavi evi açıldı.
Hastane sayısı1930 yılında 182’ye 1940 yılında 196’ya yatak sayısı 14383’e ulaştı. Manisa ve Elazığ’da Ruh ve Sinir hastaneleri Ankara, Konya ve Erzurum’da Doğum evi ve çocuk bakımevleri açıldı. Adıyaman-Besni, Malatya, Adana Gaziantep ve Kilis’te trahom hastaneleri kuruldu.. Gezici tarama ekipleri ve salgın hastalıklarla mücadele ekipleri çalışmalarını yoğunlaştırdı. İstanbul’da Verem Sanatoryumları, Erzurum’da Verem hastanesi kuruldu. Çok sayıda ilde Veremle savaş dispanserleri hizmete girdi. Adana’da Sıtma enstitüsü ve 11 ilde sıtma mücadele dispanseri kuruldu. 1933 yılına kadar 2 milyon hasta tedavi edildi..
19 Nisan 1926 da Adli tıp kurumu kuruldu.15 Mayıs 1926 da Sıtma mücadele Kanunu kabul edildi.
24 Ocak 1927 tarihinde Eczacılar Kanunu kabul edildi.
17 Mayıs 1928 tarihinde Hıfzıssıhha Enstitüsü Kurumu kuruldu. Laboratuvarlarıyla ve bilimsel anlayışı ile bu kurumun kuruluşu sağlık alanında bir devrimdir. Artık salgın hastalıkların aşıları bu kurumda üretilecek, her türlü aşı ve serum devlet tarafından ücretsiz yapılacaktır. Bu kurumun ürettiği aşı ve serumlarla salgın hastalıklar kısa sürede yenilir. Dünya bu başarıyı ‘’Türk mucizesi’’ olarak alkışlayacaktır.
1931 yılında ilk kadın operatör göreve başladı.
d) Eğitim alanında yapılanlar: Eğitimi tek elde birleştiren Tevhid-i Tedrisat kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığı yönetiminde ilk, orta, lise, meslek okulları ve imam hatip okulları açıldı. Dil devrimi ile Latin harfleri kabul edildi. Okuma yazma seferberliği başlatıldı. Gece mektepleri ile halkın okuma yazma öğrenmesi sağlandı. Bu çalışmalar Halk evleri ile desteklendi ve sürdürüldü.
Cumhuriyet yönetiminin eğitim sahasında attığı en önemli adım kız çocuklarının okula gönderilmesinin zorunlu hale getirilmesiydi. İlk yıllarda tutucu olan halk bu karara direndi. Ancak okuyup toplum hayatında iyi ve saygın yerlere gelen kızların başarıları bu tutuculuğu yendi. Bugün bütün kız çocukları okula gidebiliyor.
Cumhuriyet kalkınmayı köyden başlatmak istiyordu. Çünkü cılız bir sanayi vardı ve en önemli ekonomik sektör ziraat + hayvancılık idi. Ancak köylü çok cahildi. Köylerde ilkokul yoktu. Devlet köylünün gelişmesi için ekonomi ve eğitim alanında önemli girişimlerde bulundu. Cumhuriyet tarımının (ziraat ve hayvancılık) geçirdiği safhalar ve köylünün eğitimi için yapılan çalışmalar bir bütün olarak ileride Köy Enstitüleri bölümünde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
e) 1933 yılının sonunda gelinen durum: Çok kötü bir miras devralınmasına, dışarıdan yardım alınmamasına, Osmanlı borçlarının ödenmeye başlanmasına ve etkisi 3-4 yıl süren Dünya ekonomik krizine rağmen Cumhuriyet ilk 10 yılında her sahada önemli gelişmeler sağladı. Ülke, bu yokluk ortamında ayakları üzerinde durmayı başardı.
Devletin bütçe gelirleri 1923 yılında 111 271 000 TL iken 1928 yılında % 100 artışla 222 033 000 TL’ye yükseldi. Dünya ekonomik krizi nedeniyle bütçe gelirleri 1930 yılında 169 146 000 TL’ye geriledi. 1934 yılında 207 277 524 TL’ye yükseldi. Bu dönemde disiplinli bir bütçe uygulaması gerçekleştirildi. 1923 yılında 1 USD, 1,44 TL 1929 yılında 2.01 TL idi.
1933 yılında Ülke nüfusu 15 milyona ulaşmış, Türk toplumu ‘’ Ne mutlu Türküm diyene’’ ilkesi etrafında birleşmişti. Türk Milleti, Cumhuriyetin getirdiği özgürlüğü her alanda yaşıyor ve sömürge durumundaki ülkelere ümit olmaya devam ediyordu.
*Planlı kalkınma dönemine geçilmesi: Cumhuriyetin ilk 10 yılında uygulanan liberal – serbest piyasa ekonomisi, özel kesimin güçsüz oluşu nedeniyle yetersiz kaldı. İlk 5 yılda ortalama % 12 oranında büyüme sağlanırken1929 yılı Dünya ekonomik krizi ve Osmanlı borçları nedenleriyle % 2,5 düzeyine geriledi. Bu durumu önlemek için ekonomi alanında planlı kalkınma dönemine geçildi.
Bu konuda SSCB örnek alındı. Ruslar uyguladıkları kalkınma planlarıyla tarımda ve sanayide önemli gelişmeler sağlamışlardı. Rusya’dan getirilen uzmanların hazırladığı rapor doğrultusunda1934-1938 yıllarını kapsayan 1. Beş yıllık kalkınma planı hazırlandı ve uygulamaya konuldu.
Hazırlanan planda Dokuma sanayii (pamuk, kendir ve yün), Maden sanayii (demir, kömür, bakır ve kükürt), Selüloz sanayii (kâğıt, karton, sun’i ipek), Seramik sanayii (şişe, cam ve porselen) ve Kimya sanayiinde (klor, sud kostik, süper fosfat) hedefler konuldu. Bunlara ilave olarak teknik-mesleki eğitim işleri, jeolojik çalışmalar, elektrifikasyon, enerji üretim ve dağıtım işleri, altın ve petrol arama işleri de ele alınarak gerekli elemanlar yetiştirildi ve ilgili kurumlar kuruldu.
Bu dönemde özel sektörün yapamadığı sektörler devlet müdahalesi ile güçlendirildi. Kamuoyunda Sümerbank, Etibank, Şekerbank, Tariş olarak bilinen sanayi hamleleri devlet tarafından gerçekleştirildi. Esasen iktidardaki CHP’nin ilkelerinden biri Devletçilik ilkesiydi. Halka daha ucuz ürün temin eden bu uygulama Halkçılık ilkesinin de gereğiydi.
Devletin ekonomi alanında özel sektöre destek olarak var olduğu Karma Ekonomi modeli, 1981 yılından sonra uygulanan dışa açılım politikaları ve özelleştirme işlemleri başlayıncaya kadar devam etti.
*1934 Soyadı kanunu: Bu yılın en önemli olayı 21 Haziran 1934 tarihinde çıkarılan soyadı kanunuydu. Atatürk soyadı Gazi Mustafa Kemale 24 Kasım 1934 tarihinde çıkarılan kanunla TBMM tarafından verildi. 17 Aralık 1934 tarihinde çıkarılan bir başka yasa ile Atatürk soyadının diğer kişiler tarafından kullanılması yasaklandı. Bu nedenle Mustafa Kemalin kız kardeşi Makbule Hanım Atadan soyadını kullandı. Bu kanunla, eski san ve unvanlar terkedilerek yeni bir devir açıldı. Evladın ve eşin soyadı aile reisi kabul olunan erkeğin soyadını aldı.
Ekonomik büyüme 1934 yılında % 6.0 olarak gerçekleşti. 27 Mayıs 1934 tarihinde İzmir. Basmane- Afyon demiryolu satın alındı. 17 Eylül 1934 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Milletler Cemiyeti Konseyine seçildi.
1935 yılında büyüme % 6.0 oranında gerçekleşti. 1 Ocak 1935 tarihinde İstanbul Liman Şirketi, 9 Nisan 1935 tarihinde İstanbul Telefon şirketi satın alındı. 17 Haziran 1935 tarihinde Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü kuruldu. 29 Kasım 1935 tarihinde Paşabahçe- Şişe ve Cam fabrikası işletmeye alındı.
*1936 Montrö anlaşması: Lozan Antlaşmasında Boğazlar sorunu Türkiye’nin istekleri doğrultusunda tam olarak gerçekleşememişti. Dünya yeni bir savaşa sürüklenmekteydi. Bu gerçeği Gazi Mustafa Kemal 1932 yılında kendisini ziyarete gelen ABD Genel Kurmay Başkanı Douglas Mac Arthur’a söylemişti. Avrupa’da saflar ayrılmaktaydı. Karadeniz ve çevresindeki ülkelerin güvenliği önemliydi. Türkiye Cumhuriyeti barış için güvenilir bir devlet olduğunu kanıtlamıştı.
Boğazların statüsü konusunda İsviçre’nin Montrö kentinde bu şartlarda yapılan görüşmeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin istekleri doğrultusunda sonuçlandı. Boğazlar ve Marmara Denizindeki deniz trafiği TC’nin yönetimine verildi. Ticari gemiler boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi. Savaş gemilerinin barış zamanında tonilatoları ve Karadeniz’de kalma süreleri şarta ve TC’nin denetimine bırakıldı. Savaş esnasında savaş gemilerinin geçişi tamamen TC’nin iznine bırakıldı. Böylece Karadeniz’in ve kıyıdaş ülkelerin dış müdahalelere karşı güvenliği sağlandı.
20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö anlaşması ile Lozan Anlaşması tamamlandı ve TC, büyük bir siyasi zafer daha kaza nmış oldu.
1936 yılında % 23,2 oranında büyüme gerçekleştirildi. 21 Şubat 1936 tarihinde İzmir Havagazı şirketi satın alındı. 01 Haziran’da Bankalar Kanunu 08 Haziran’da İş Kanunu kabul edildi. 26 Haziran’da Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu.
Cumhuriyet’in ekonomik kalkınması hızlanarak devam etmekteydi.
Hatay topraklarının ana vatana katılması sıradaydı.
Gelecek yazı: Devlet tarafından Kuran’ın tercüme ve tefsiri ile Hadislerin tercümesinin yaptırılması…