Sultan II. Abdülhamit ile ilgili bu kadar geniş bilgi vermemin sebebi, bugün Türkiye'yi meşgul eden bütün sorunların kaynağının Onun yönettiği dönemden günümüze intikal etmiş olmasındandır.Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.
Türk Atasözü
Bunların başında Ermeni ve Kürt sorunları ve Yahudi iskânı gelmektedir. Şimdi bu sorunları birer birer incelemeye başlayalım.
2.3 Sultan II. Abdülhamit zamanında Ermeni- Kürt ve Yahudi siyaseti
* Ermeni- Kürt siyaseti:
Nakşi şeyhi Hakkari-Ubeydullah Nehri,1877-78 Osmanlı- Rus savaşı öncesi yapılan cihat çağrısına katılarak ücret karşılığı Osmanlının hizmetine girdi. Osmanlı, kendisine sonradan geri alınmak kaydı ile 20 bin Winchester tüfeği verdi. Şeyhin, askerleri ile Ruslara karşı mücadele edileceği umuluyordu. Biraz başarı göstermelerine rağmen bu umutlar boşa çıktı. Disiplinli asker gibi değil başıbozuk çeteler şeklinde hareket ettiler. Savaşa giderken Ermeni köylerini vurdular. Büyük zulüm yaptılar. Onun yaptığı bu eylemler sonucu Ermenilerin korunması hükmü Yeşilköy ve Berlin anlaşmalarında yer aldı.
Madde 61- Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahat yapılmasına karar verildi.
Bu hüküm Ermenilerin yıllarca bekledikleri can simidi idi. Başta Rusya olmak üzere Fransa ve ABD, artık bu hükümle, Osmanlı Devletinin iç işlerine karışabilecekti.
İşte kaybedilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının geleceği tehlikeye sokacak en riskli maddesi buydu.
Önce Şeyh Ubeydullah’ın isyanı 1879 yılında bastırıldı. Sonra Ermenilerin ve Kürtlerin yoğun olarak ve iç içe yaşadığı Doğu ve Güney doğu bölgelerinde asayişi sağlama çalışmalarına başlandı. Bu yöredeki Arap, Kürt, Türkmen ve Karakalpak aşiretlerinden 20 alay kurulmasına karar verildi. 13 Mayıs 1896 tarihinde çıkarılan kanunla bu kuruluşların amacı ve kuruluş esasları belirlendi. V. Ordu komutanı Müşir Zeki Paşa ve padişah yaveri Ahmet Şakir Paşanın yönetiminde kurulan alaylara Hamidiye alayları adı verildi. Alay sayısı zamanla artırıldı 1901 de alay sayısı 65 e ulaşmıştı.
Alaylar aşiretlerin nüfus sayısına göre en az 512 en fazla 1152 kişiden oluşacaktı. Her bir alaydan seçilecek bir kişi İstanbul’da süvari eğitimi gördükten sonra teğmen rütbesi ile alaya katılacaktı. Aşiret mensupları Harbiye Okulunda 3 yıl süvari eğitimi gördükten sonra subay olabilecekti. Aşiretlerden aşar ve hayvan vergisi alınmayacak, alaylara mektepli subaylar komuta edecekti.
Her alayın yöneticilerine çeşitli rütbeler dağıtıldı. Ağrı civarındaki Celali aşiretinin ağasına paşalık unvanı verildi ve kuzeydeki Kürt aşiretlerinin sorumlusu oldu. Güneyde ise Viran şehirdeki Milli aşiret reisine aynı yetkiler verildi.
Devlet, bu alaylar vasıtası ile bu bölgelere doğrudan müdahale etmeyi ve buradaki varlığını hissettirmeyi hedeflemişti. Askerler, elbise, hayvan ve koşum takımlarını kendileri temin edecek, bu alayların faaliyete geçmesi ile sadece silah ve cephane masrafı karşılığında devlet, 35 bin süvari asker kazanmış olacaktı. Bu proje ile hem bölgede devletin aşiretler üzerindeki hâkimiyet sağlanmış olacak hem de bu mahalli birlikler sayesinde sağlanacak asayiş ile dış destekli Ermeni meselesi çözüme kavuşturulacaktı.
Padişah, Rusya’daki Kazak alayları yapılanmasının benzeri bir yapılanma ile hem Kürt aşiretlerini kendine bağladı. Hem onların arasındaki ayrıcalıkları artırdı, hem de bu alayları Ermeniler, Alevi ve Yezidi Kürtlerin denetiminde kullandı. Yaşananların sorumluluğunu bu alaylara yükleyerek bir taşla birkaç kuş vurmayı amaçladı.
Hamidiye alayları, bulundukları bölgelerde Kürtlerin Ermeniler aleyhine hâkimiyet kazanmasını sağladı. Ermeniler üzerinde kontrol edilemeyen baskılar kurdular. Ermenilerin şikâyetleri üzerine yabancı ülkeler Osmanlıya baskı yaparak ve bu eylemlerin önlenmesini istediler. Yukarıda isimleri verilen paşaların bölgelerde yaptıkları incelemeler sonucunda Kürt alaylarının bu disiplinsizlikleri tespit edildi ve bazı önlemler alınmasına rağmen bu kuvvetler disipline edilemedi. Ancak padişah bu alaylarının eylemlerini dış ülkelere karşı hep müdafaa etti.
Hamidiye alayları devlete 23 yıl hizmet etti. Bu alaylar; Balkan savaşlarında Bulgarlara karşı savaştılar 1. Dünya savaşında da doğu cephesinde yararlı hizmetlerde bulundular.
1860 lı yıllarda olmayan Ermeni Meselesinin bu kadar büyümesinin asıl sebebi yabancıların Osmanlı Ermenilerini tahrik ederek onları isyana teşvik etmeleriydi.
Diğer önemli sebep ise Hamidiye alaylarının Ermeni toplumları üzerinde yaptıkları baskılar ve haksız eylemlerdi.
Bunların sonucunda 1890 yılında Erzurum’da başlayan ilk Ermeni isyanı, giderek yurdun her tarafını sardı. Bu olayları kronolojik olarak sıralayalım;
20 Haziran 1890 Erzurum isyanı: 1 Osmanlı askeri ölmüş. 2 asker yaralanmış. 15 Ermeni isyancı ölmüş. 200 kişi yaralanmış.
15 Temmuz 1890 Kumkapı isyanı: 2 polis ölmüş, 1 polis yaralanmış, 10 Ermeni gösterici ölmüş, 6 kişi yaralanmış.
9 Eylül 1893 Merzifon isyanı: 25 Osmanlı askeri ve 10 Ermeni gösterici ölmüş.
1–23 Ağustos 1894 Sasûn isyanı: 2400 Müslüman, 300 Ermeni gösterici ölmüş.
18 Eylül 1895 Babıali isyanı: 150 – 200 Ermeni ölmüş.
1895 Ekim ile 1896 sonuna kadar yapılan isyanlar: Trabzon, Bayburt, Gümüşhane, Erzurum, Van, Bitlis, Sivas, Diyarbakır, Muş, Harput ve Adana’da yapılan isyanlarda, 220 Müslüman, 182 Ermeni hayatını kaybetmiştir.
Zeytun isyanları: 1862, 1865, 1873, 1878, 1884’te yapılan isyanlara 18 Ekim 1895’te yapılan ve 4 ay süren isyan ile devam edilmiştir. Bu isyanda geçici ihtilal hükümeti kurulmuştur. Bu son isyanda 20 000 Müslüman ve 3500 Ermeni hayatını kaybetmiştir.
3–11 Haziran 1896 Van isyanı: 300 Müslüman ve 500 Ermeni hayatını kaybetmiştir.
14 Ağustos 1896 Osmanlı Bankası’nın işgal edilmesi: Bu olay dış tahrik açısından Osmanlı Devleti’ne tam bir kafa tutma harekâtıdır.
1899 – 1901 Muş olayları: Kürt köylerine yapılan baskınlarla yoğunlaşan olaylar Ermeni Antranik ve Serop’un yönetimlerinde gerçekleşmiştir.
Ocak 1904 İkinci Sasun isyanı: Antranik tarafından yönlendirilen bu isyanda 100 Müslüman, 100 Ermeni hayatını kaybetmiştir.
21 Temmuz 1905 Sultan II. Abdulhamit’e suikast: Bu harekâtta, 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmıştır.
25 Haziran 1907’deki Bitlis isyanı: 105 Müslüman öldürülmüştür.
Ermeniler tarafından Anadolu'da çıkarılan isyanlar bir süre sonra İstanbul'a taşındı. Kumkapı isyanı, Osmanlı Bankası baskını ve padişaha 1895 yılında Yıldız Camii önünde yapılan suikast girişimi, dünya basınında geniş çapta yer aldı.
Gariptir bu eylemlerin sorumluları dış baskılar nedeniyle hiçbir ceza almadan salıverildiler. Devletin gücü artık Hıristiyan tebaaya geçmiyordu.
Hamidiye alayları ile önlenmeye çalışılan Ermeni meselesi, çözülemediği gibi ortaya bir de Kürt sorununu çıkardı. Her ne kadar Müslüman oldukları için Kürt meselesi ikinci planda kaldı ise de yabancı devletlerin zaman zaman Osmanlı Devleti aleyhine kullanabileceği bir kart olmaya devam etti. Kürt sorunu, Kurtuluş savaşında, Sevr anlaşmasında ve Cumhuriyet kurulduktan sonraki isyanlarla bugüne kadar taşındı.
Bugün Ülkeyi ciddi can ve mal kayıplarına uğratan bu sorunun temeli, yanlış politikalar güden güya dahi(!) Sultan II Abdülhamit tarafından atıldı. Barış yerine baskı ve şiddet tercih edilince sorun çözülmediği gibi daha da büyüdü. Kan, kanı doğurdu. Sorun, sorunu.
Oysa çözüm İslam’da ve barıştaydı. Çünkü Hazreti Peygamber(SAV) bir barış sembolü idi. Daima barış için çalışmış ve Müslümanlara böyle örnek olmuştu.
Şu hazin tecelliye bakın ki bu politikaları öğünerek yürüten kişi, özü barış ve selamet olan İslam'ın yeryüzündeki halifesi sıfatını taşımaktaydı. İslam ve Müslümanlık kimlerin elinde kalmıştı?
* Yönetimde görev verilen Ermeniler:
Şehirlerde yaşayan Ermenilerin devlet yönetiminde etkili görevler üstlendiğini ne ile izah edebiliriz?.
* Sinan KUNERALP, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali- 1999 tarihli. Kitapta yazılı bilgilere göre Halife-i Müslümin II. Abdülhamit’in Nazırları yani Hükümette görev alan bakanları:
Hariciye Nazırları:
Aleksandros Karateodori Paşa (1878-1879),
Gabriel Paşa ve Sava Paşa (1879-1880)
Hazine-i Hassa Nazırları:
Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891),
Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897),
Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)
Maliye Nazırı: Agop Ohanes Kazasyan Paşa (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)
Nafia Nazırları:
Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878),
Aleksandr Karateodori Paşa (1878),
Sava Paşa (1878-1879)
Orman ve Maadin Nazırları;
Aristidi Paşa ( 1909)
Ticaret ve Ziraat Nazırları:
Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880)
Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909). Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu kişi 1. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Ermeniler adına Lozan Konferansına katılmıştır…
•Ayan Meclisi üyeleri (Padişahın seçtiği dâimi meclis) (1876);
Antopolos Efendi,
Aristarki Bey,
Daviçon Karmona Efendi,
Musurus Paşa,
Serviçen Efendi,
Stoyanoviç Efendi,
Dr. De Kastro Bey,
Mavroyeni Paşa,
Karatodori Paşa,
Abraham Karakahya Paşa
•Ayan Meclisi Üyeleri (1908)
Azaryan Efendi
Basarya Efendi,
Bohor Efendi,
Fethi Franko Bey,
Gabriyel Noradonkyan Efendi,
Mavrokordato Efendi,
Mavroyeni Bey,
Oksanti Efendi,Yorgiyadis Efendi,Aram Efendi,
Popoviç Temko Efendi,
Babıali Hukuk Müşaviri Gabriel Efendi;
•Büyük Elçiler;
Atina:Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi
Belgrad:Azaryan Efendi
Brüksel:E. Karatodri Efendi,
Bükreş:Blak Bey
La.hey:Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’
Londra:K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa
Paris:Naum Paşa
Roma:S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey
Sofya:Nikola Gobdan Efendi
Viyana:A. Vogorides Paşa
Washington:L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey.
Konsolos ve kâtipliklerde de Türklerden çok Ermeni ve bilhassa Rum memurlar görevlendirilmişti.
•Valiler:
Şarkî Rumeli Valileri; Sava Paşa, Aleko Vogorides Paşa, Gavril Paşa, Hristoiç, Alexandre de Battenberg, Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,
Sisam Beyleri; Mişel Gregoriyadis Bey, Aleksander Mavroyeni Bey, Yanko Vitinos Bey, Kostaki Karateodori Paşa, Yorgi Yorgiadis Efendi, Andrea Kopasis Efendi,
Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları; Vasa Paşa, Naum Paşa, Yusuf Franko Paşa.
İnsan,bu tablo karşısında insan hayretler içinde kalıyor !
Evet. Yukarıdaki kadroya iyi bakın. Bu kadro; devleti 33 yıl yöneten Sultan II. Abdülhamid'in göreve getirdiği Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşları. Bunlar içinde ehil olanları var. Liyakat sahibi olanları var. Örneğin, ABD deki büyükelçi Mavroyeni Bey gibi, savaşlarda hizmet gören Ermeni hekimler gibi devletine sadık ve çok değerli hizmetler veren pek çok Ermeni olduğu gibi ihanet edenler de var.
Maliyesi, hariciyesi, tarımı, madenleri ve de mülkiyesi, gayri Müslimlerin yönetimine bırakılmış bir devlet. Ve onun başında kendini İslam Halifesi sanan bir kişi. Sonra da devlet batınca bir sürü bahane. Herkes suçlu. Sadece kendisi masum.
Bu kadro ile devletin ayakta kalması mümkün müydü? Mithat Paşa'nın Namık Kemal'in ve onun gibi heder olan insanların kabahatleri neydi? Vatanlarını sevmek mi? Vatanı sevmek bir Müslüman için ne zaman kabahat oldu? Suç oldu?
Yöneticiler ve yönetime talip olanlar! Şunu hiç unutmayın! Bu dünyada, insanlara hesap vermekten kaçabilirsiniz. Ama inansanız da inanmasanız da Tanrı'ya hesap vermekten kaçamazsınız. Tanrının bu hesabından yüz akı ile çıkana ne mutlu!
* Sultan II. Abdülhamit'in Yahudi siyaseti:
Toplumun genel kanaati Sultan II. Abdülhamit'in Yahudilere Filistin bölgesinde yer vermediğidir. Acaba gerçek böyle midir? Önce Yahudi tarihine kısa bir göz atalım.
* Tarihsel süreç I- Yahudiler MS 50 yıllarında yaşadıkları Filistin topraklarında Roma İmparatorluğuna isyan ettiler. Sonradan imparator olacak olan komutan Titüs, Kudüs şehrini yaktı yıktı ve Yahudileri dünyanın dört bir tarafına sürdü. Kudüs, daha önce de MÖ 587 yılında II. Babil kıralı Nabukadnazar tarafından yakılıp yıkılmış, Mescidi Aksa yerle bir edilmiş ve Yahudi halkı esir edilerek Babil kentine götürülmüşlerdi. Her iki olaya Kuran-ı Kerimin İsra suresinde işaret edilmektedir.
Yahudilerin geleceği Kuran'da pek çok ayette anlatılmıştır.
Eğer doğru yoldan çıkarsanız cezalandırılacaksınız.
Mealindeki ifadeler tarih boyunca yaşananlarla kanıtlanmıştır.
Başta Katolik Avrupa olmak üzere pek çok ülkede Yahudiler hep aşağılanmış ve ezilmişlerdir.
Yahudilerin, 1890 yıllarında vatanları yoktu ve tekrar eski vatanlarına gelmek, Kudüs’te yaşamak istiyorlardı. Yaklaşık 2 bin yıllık bir hasretle yanıp tutuşmaktaydılar. İyi ama bu nasıl olacaktı? Filistin toprakları ve bütün Arap yarımadası Osmanlı egemenliğinde idi. Bu topraklara nasıl geri dönülecekti?
Ya Haçlı savaşlarında olduğu gibi savaşılarak ya da Osmanlı padişahından izin alınarak. O tarihlerde savaşacak güçleri olmadığına göre padişahın iznini almaktan başka çareleri yoktu.
* Tarihsel süreç II- Osmanlı Devleti 1877-78 Rus savaşında yenilmiş ve çökmüştü. İngilizlere çok güvenen padişahi onlardan resmen kazık yemişti. Savaşın gerçek galibi İngiltere idi. İngilizler, padişahı koruma ağızları ile önce Kıbrıs'ı işgal ettiler. Sonra Mısır’a el koyarak Süveyş Kanalına hâkim oldular. Böylece Hindistan ticaret yolunu güvenceye aldılar.
Savaş tazminatı ve yenilginin getirdiği ekonomik bunalım Ülke ekonomisini felç etti. Bunun üzerine Osmanlıya borç veren Avrupa devletleri alacaklarını tahsil etmek için devletin bazı gelirlerine el koydular. Düyun u Umumiye teşkilatı ile alacaklarını tahsil etmeye başladılar. 1881 yılında kurulan bu idare ile Osmanlı Devleti resmen sömürge durumuna düştü.
* Tarihsel süreç III- O tarihlere kadar etkili bir devlet yapısına kavuşamayan Almanya Fransızları 1870 yılında Sedan savaşında yendi. Sanayideki gelişmesi yanında Avusturya ve Rus imparatorluklarının iç sorunlarından yararlanarak etkin bir siyasi güç haline geldi. Avrupa’yı zorlamaya başladı. En zayıf halka Osmanlı Devleti idi. Sultan Abdülhamit'in Avrupa'da yeni bir dost devlete ihtiyacı vardı. Karşılıklı ihtiyaçlar, bu iki devletin birbirlerine yakınlaşmasını sağladı.
Prof. Dr. İlber ORTAYLI, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu adlı kitabında bu konuda neler yazmış? Okuyalım.
* Tarihsel süreç IV- Avusturyalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl, sultan Abdülhamit ile iki defa görüştü. Yahudilerin Filistin’e göçlerine göz yumması karşılığı Osmanlı borçlarının ödenmesi için teşebbüse geçecekleri teklifini yaptı. Sultan, “Yahudi milletine karşı derin sempatisi olduğunu, ancak bunu yaparsa Ruslarla başının derde gireceğini, nazırlarla konuşmak gerektiğini.” Söyledi.
Theodor Herzl bu konuda Alman hükümetine başvurarak onlardan da yardım istedi. Almanya, Osmanlı yönetimini bu konuda teşvik etti. Çünkü Osmanlılarda belirli bir antisemit (Yahudi karşıtlığı) tutum yoktu.
* Tarihsel süreç V- Alman imparatoru II. Wilhelm, 1898 yılı Ekim ayında ailesiyle beraber İstanbul- Kudüs yolculuğuna çıktı. İstanbul’da 5 gün kaldı. Yayılmacı bir düşünceye sahipti İngilizlerin Süveyş projesine karşı Bağdat demiryollarını yapmak istiyordu. Padişaha başta demiryolları ve silah satışı olmak üzere ekonomik tekliflerde bulundu. Kabul gördü.
Daha sonra Hayfa limanı üzerinden Kudüs'e gitti. Yahudilerce kutsal sayılan Ağlama Duvarını, Rus Ortodoks kilisesini ve Mescid-i Aksa’yı ziyaret etti. Kamame Kilisesi yanında yapılan Alman Kilisesini ayinle açtı. Yaptığı konuşmalarda, Hıristiyan ve Yahudilere destek verdi.1898 de Filistin’deki Yahudilerin sayısı 5 bin kişi idi ve bunların 25 bin desyatin =27 325 Ha arazileri vardı. Bu gelişmelerden sonra Almanya'daki Yahudilerin Filistin’e göçü ve bu bölgede yerleşimi hız kazandı.
Osmanlı Devleti bundan böyle yeni bir maceracı ve çıkarcı devletin peşinden sürüklenecekti.
* Tarihsel süreç VI- M. Kemal ÖKE yazdığı II Abdilhamit- Siyonistler ve Filistin meselesi adlı eserinde, Sultanın; hayırsever duygularla ve göz yumarak Filistin’deki Yahudi iskânına izin verdiğini ifade ediyor. Osmanlı Devleti’nin geleneksel toleransı içinde Museviler, Filistin’e göç etmeye başladılar. Bu göç 16.yüzyılda İspanya’dan gelen göç dalgasından sonra en büyük ikinci dalgaydı. Bu kere Doğu Avrupa Yahudileri de Osmanlı topraklarına yerleşiyorlardı. 1881-1914 yılları arasında 2,5 milyon Yahudi Rusya’yı terk etmiş bunların 30 bini Filistin’e yerleşmişti.
* Tarihsel süreç VII- Yine ÖKE'ye göre Herzl, sultanı kazanmak için Ermeni tedhişini önce uzlaştırma yoluyla, sonra da onlara karşı çıkarak önlemeye çalıştı. Bu nedenle Avrupa kamuoyunda Ermeniler, Yahudilerin kendilerini sattıkları propagandasına giriştiler ve Yahudilere karşı düşmanca tavır takındılar.
Bu iddia bundan böyle Osmanlı Yahudileri ile Ermenileri arasındaki çatışmaların daha da artacağının işareti olmaktaydı. Acaba Osmanlı Ermenilerinin tasfiye edilmiş olması, bu sinsi Yahudi siyasetinin bir sonucu muydu? Bu soruyu tarihçilerin incelemesi gerekiyor.
Ancak ortadaki açık gerçek şu. ABD ye Rum ve Ermeni göçü olduğu gibi Yahudi göçü de oldu. Bu guruplar, orada ekonomik güç kazandıktan sonra siyaseti yönlendirecek lobiler kurdular. Bugün ABD bu lobiler tarafından yönetiliyor. Güç sıralamasında Rusya’dan ABD ye göç eden 2 milyon Yahudi'nin kurduğu Yahudi lobisi tartışmasız Ermeni lobilerinden daha güçlü.
ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu, Yahudi lobisi engellediğinden 1915 olayları için soykırım kararı alamıyordu. One Minute olayından sonra gerilen Türk- İsrail ilişkileri sonucunda Yahudi lobisi bu engellemeyi kaldırdı. Ermeni ve Rum lobilerinin desteği ile soykırım kararı çıkarıldı. Hukuki bir bağlayıcılığı olmasa da Hıristiyan devletlerin kabul ettiği bu karara ABD’nin de katılması, bizim için can sıkıcı olmasının ötesinde izlediğimiz dış politikanın açık bir yenilgisini teşkil etti.
* Sultan II. Abdülhamit'in İslam siyaseti:
Sultan II. Abdülhamit hem Osmanlı padişahı idi Hemde Müslümanların Halifesi idi. Hilafet makamı Cumhuriyet tarafından 3 Mart 1924 de kaldırıldıktan sonra bu konu çok tartışıldı. Tartışılmaya devam ediyor. Halifelik nedir? Bu konuyu biraz inceleyelim.
Hilafet nedir?
Hazreti Muhammed’in (sav) vefatından sonra devletin başına geçen kişilere İslam Halifesi denir. İlk dört halife Hülefa-yı Raşidin olarak anılır. İslam’da devletin temeli adalettir. Siyasi irade ikinci sırada yer alır. Adalet ise, İslam- Şeriat hukuku ile sağlanır. Bu hukuku en iyi bilen ve onu en iyi uygulayan kişi halife seçilir. Bu esaslara dayanan uygulama 632-661 yılları arasında 4 halife döneminde uygulanabilmiş, 661 yılında kurulan Emevi Devleti ile siyasi irade öne geçtiğinden İslami anlamda hilafet sona ermiştir.
Bu nedenle Osmanlı padişahlarının hiçbiri İslami anlamda halife değillerdir.
Bu konu, bu sütunlarda yayınlanan Hilafet üzerine adlı yazımızda daha önce işlendi.
Sultan, İslam konusundaki fikirlerini Siyasi Hatıratım adlı kitabının 157-172. sayfalarında İslam Siyaseti başlığı altında ifade etmiş. Birkaç satır okuyalım.
“Bizim için hayırlı olan Avrupa’nın sözüm ona medeniyetini taklit değil, bilakis kudretimizin esası olan Şeriata dönmektir. Ne dinimiz inkılaplara düşmandır denilebilir ne de dinimizdeki tekâmül durmuştur demek doğru olur.
-Bir devletin içinde muhtelif dinlerin ve mezheplerin mevcudiyeti zararlıdır. Dahili mücadelelerin şiddetlenmesine sebep olur. Bu da devlet idaresine tesir eder.
-Bizi müsamahakâr olmamakla itham edenler ancak cehaletlerini ispat ederler. Nitekim geçen asırlarda daha az müsamaha göstermiş olsaydık, bugün İmparatorluğumuz çok daha kuvvetli olurdu. Memleketimiz dahilindeki diğer din ve mezhepten olanları, Müslümanlığı kabul etmeye mecbur etseydik, din farklarından doğan birlik eksikliği için bugün bu kadar teessüf etmek mevkiinde kalmazdık. Hâlen dahi, diğer dinde olanlara fazla hak ve imtiyaz vermekte devam ediyoruz.
-Avrupa’da bir azıcık fikir cilası yapmış olan bazı gençler, zaman zaman nutuklar vermeye başlıyorlar. Fakat İmparatorluğumuzda vatan fikri ilk planda gelmemeli, İman ve halife aşkı başta ana vatan sevgisi ikinci derecede olmalıdır.
- Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın birçok milletini sinesinde toplamış bir devlettir. Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Bulgar, Yunan gibi birçok unsurdan teşekkül etmiştir. Buna rağmen, iman birliği bizi büyük bir ailenin fertleri gibi birbirimize yaklaştırır.
Maalesef İngilizler; zararlı propagandalarıyla İmparatorluğumuzun birçok yerinde ırk, millet fikrinin tohumunu ekmeye muvaffak olmuşlardır. Arabistan ile Arnavutluk başkaldırmışlar, Suriye’de de bu hususta hazırlıklar vardır.”
Bunlar padişahın görüşlerinin bir kısmı. Değerlendirmeyi, okuyucuya bırakıyorum. Ama padişahın böyle bir hatırat yazmasını çok olumlu ve önemli buluyorum. Çünkü Osmanlı padişahları hatırat yazmazlar.
*Sultanın uygulamak istediği İslam siyaseti:
Sultan Abdülhamit, “Bizim için hayırlı olan Avrupa’nın sözüm ona medeniyetini taklit değil, bilakis kudretimizin esası olan Şeriata dönmektir.” Diyor.
Bu sözden iki gerçek ortaya çıkıyor
* Ülkede Şeriat hukuku yeterince uygulanmıyor. Ya da uygulanamıyor.
** Avrupa’daki gelişmenin farkında değil. Yani Sultan gerçekçi değil.
İslamiyet, son din olduğu için insanlığı mutluluğa götüren en önemli yol. Ama İmparatorluktaki insanların önemli bir bölümü Müslüman değil.
Müslüman olanlar ise mezheplerle, tarikatlarla parçalara bölünmüş. Hoş görü yerini taassuba bırakmış. Bu şartlarda İslam’ın özünü nasıl hâkim kılacaksınız? Mümkün mü?
Hazreti Peygamber (SAV) gerçek İslam için 23 yıl uğraştı. Vefatından hemen sonra yalancı peygamberler ortaya çıkmadı mı?
Panislamizm:
Sultan, Ruslara karşı İngilizler desteğini daha da artırabilmek için Celaleddin EFGANİ isimli bir din adamından yararlanmaya çalışıyor. Hint Müslümanlarını kullanarak Afganistan’da Rus egemenliğini yok etmeye çalışıyor. Bunun için Hindistan’daki İngilizlerin harekete geçmesi gerekiyor. Afganistan’daki Rus tehlikesinin önlemek için Hint Müslümanlarının zorlaması ile İngilizler, Ruslara karşı harekete geçerlerse, Osmanlı üzerindeki Rus baskısı azaltılmış olur.
Panislamizm siyasetinin özü bu.
Ama Sultanın fark etmediği gerçek, İngilizlerin kendisinden daha kurnaz olduğu gerçeği.
İngilizler İslam dünyasındaki parçalanmışlıkları, çalkantıları ve gelecekteki isyanları Sultandan daha iyi biliyor ve görüyorlar. Zaten Kıbrıs ve Mısırı ele geçirerek Hindistan'ı güvenceye almış ve emellerine ulaşmışlar. Sultanın bu tuzağına düşmüyorlar.
Pan İslamizm projesi de bir hayal olmaktan ileri geçemiyor.
*Gerçekler ve sonuç:
Müsamaha kelimesini yanlış anlayan bir kişi.
İnsanların zorla dinlerini değiştirebileceklerine inanan Kuran diyerek ortaya çıkan ama Bakara suresinin 256. Ayetinde ifade edilen '' Dinde zorlama yoktur.'' hükmünün farkında olmayan bir kişi.
İmparatorluğumuzda vatan fikri ilk planda gelmemeli, İman ve halife aşkı başta, anavatan sevgisi, ikinci derecede olmalıdır diyen ve saltanatını vatan sevgisinin önünde gören bir zihniyet.
İslam alemindeki parçalanmışlıkları gördüğü halde Panislamizm hareketini başlatan ve başarısızlığa uğrayan hayalperest bir kişi.
Sonuçta; Osmanlı Devleti’nin bütün faturasının kesildiği bir kişi.
Ulu Hakan mı? Nesi ulu?
* Hiç mi iyi iş yapılmadı?
Bu kadar uzun bir sürede elbette iyi şeyler de yapıldı. Bunların başlıcalarını sıralayalım.
*Sulh içinde geçen 30 yıl: Sultan Abdülhamit'in en büyük başarısı 33 yıl iktidarda kalabilmesi idi. Bu sürenin 30 yılı barış içinde geçti. Askere alınmadığı için halk mutluydu. Gerçi bu süre içinde Ülke 1.6 milyon km2 büyüklüğünde toprağını, savaşmadan kaybetmek zorunda kaldı. Ama şerefsiz de olsa bu barış sürecinde toplumda bazı gelişmeler sağlanabildi.
Barış, İslam'ın özüdür. Bir ülke ancak barış içinde ise kalkınabilir. Savaşla kimse örneğin Napolyon bile abat olamamıştır. ABD’nin ekonomik kalkınmasında; kuruluşundan 1. Cihan Savaşına katılışına kadar geçen 138 senenin iç savaş hariç 133 senesinin, barış içinde geçmiş olmasının büyük katkısı olmuştu. Barış içinde yaşadığı için padişah ahaliden olumlu not almıştır.
•Eğitim hizmetleri: Padişah bu konuda tüm düzeydeki okulları geliştirmek için geniş bir yapılanma sağladı. Yüksekokul olarak;
Mekteb-i Mülkiye,
Mekteb-i Hukuk- u Şahane,
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane,
Sanayi Okulu, Veteriner Okulu ve Ziraat Okulundan çok sayıda kişiye diploma verildi
Kara kuvvetleri için;
Harp Akademisi (Harbiye-i Şahane),
Mühendislik Okulu,
Askeri Tıp Okulu,
İstihkâm Okulu ve 29 Askeri Rüştiye,
Deniz kuvvetleri için Deniz Akademisi (Bahriye-i Şahane)
Rüşdiye ve Kapıdan-ı Ticaret Okulu,
Kâtip Okulu, Heydehane hizmet vermekteydi.
1897 yılında Osmanlı ülkesinde
8025 öğretmen 317089 öğrencili 1637 ilkokul,
2274 öğretmen 23192 öğrencili 687 rüştiye (ortaokul)
584 öğretmen 19720 öğrencili 70 idadi (lise) bulunmaktaydı.
Mezun olduğum Erzurum Lisesi bunlardan biridir.
1889 yılında kurulan 20 sınıflı lisede 1200-1500 öğrenciye eğitim verilirdi. 400 öğrenci yatılı idi. Müzik, fizik ve kimya laboratuvarları vardı. Coğrafya ve biyoloji dersleri, amfi şeklinde düzenlenmiş sınıflarda yapılırdı. Çok büyük bir kütüphane, tiyatro sahnesine sahip çok maksatlı bir kapalı spor salonu ve iki adet açık spor alanı bulunmaktaydı. Bizler şanslıydık. Çünkü çok değerli hocalarımız vardı.
Bu hizmetler çağın şartlarına göre yeterli olmasa da eğitime verilen değeri göstermesi açısından çok önemlidir. Vatan ancak, eğitilmiş, yetişmiş insanların varlığı ve onların emeği ile yükselir.
•Sağlık hizmetleri: Tıp ve veteriner okullarından mezun olan doktor ve baytarlar, modern tıp bilgilerini yurda taşıdılar. Verem, sıtma, tifo, tifüs, trahom ve uyuz gibi hastalıklar yaygındı. Halkın beslenmesi yeterli değildi. O güne kadar vakıflar eliyle kurulan ve yönetilen hastaneler artık devlet eliyle kurulmaya ve yönetilmeye başlandı. Ülke sathında yeni hastaneler açıldı. Askeri hastaneler tıp gelişiminde öncü oldular. Yine askeri baytarlar ordu ihtiyacını karşıladılar. Kızılay geliştirildi. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gelişmeler sınırlı kaldı.
• Demiryollarının geliştirilmesi: En büyük gelişme demiryolları sektöründe sağlandı. İngilizler ve Fransızlar tarafından yapılan hatların işletmesini uzun süreli imtiyazlar alan yabancı şirketleri yaptı. Bugünkü YİD modelinin benzer bir uygulama, herkese ekonomik çıkar sağladı. Köylü ürününü daha kısa sürede ve daha uzak yerlerde pazarlayabildiğinden kazandı, bunu esnafın kazancı takip etti.
Daha sonra Almanlar devreye girdiler ve Bağdat. Hicaz demiryolu hatlarının inşaatlarına başladılar. Padişah Almanlara, diğerlerinden daha fazla güvenmekteydi. Bu nedenle demiryolu yapımında Almanlar öne çıkmışlardı.
1898 yılına kadar İngilizler, İzmir ve Adana bölgelerinde toplam 440 km. Fransızlar İzmir, Suriye ve Filistin bölgelerinde toplam 1266 km ve Almanlar, İzmit- Ankara ve Eskişehir- Konya hatlarında toplam 1020 km demiryolu hattı döşemişlerdi.
Bağdat demiryolu projesinde;
290 km. uzunluğundaki Konya -Karapınar hattı 1912 te
453 km. uzunluğundaki Islahiye- Rasulayn ve
119 km. uzunluğundaki Bağdat- Samarra hatları 1914 te tamamlandı.
Kesik kesik olan bu hatları birbirlerine bağlayan hatlar ve bir mühendislik harikası olan Torosları geçen hatlar, 1. Dünya Savaşı devam ederken tamamlandı. Böylece İstanbul- Nusaybin hattı 9 Ekim 1918 de işletmeye alındı ama Suriye ve Irak kaybedildiği için bu hatların hiçbir faydası olmadı
Stratejik olarak çok önemli olan Ankara- Erzurum hattı, Rusların işine yarar gerekçesi ile padişah tarafından yaptırılmadı. Oysa bu hat yapılmış olsaydı, cephe hattına gerekli destek sağlanacağından 1.Dünya Savaşının başında yaşanan Sarıkamış faciası yaşanmazdı.
Hiçbir stratejik ve ekonomik değeri olmamasına rağmen tamamen duygusal nedenlerle inşa olunan Şam-Maan- Medine hattı 1908 yılında hizmete alındı. Hacılar artık deniz yolu ile değil bu demiryolu hattı ile Hicaz'a ulaşacaklardı. Ancak 1464 km uzunluğundaki bu hattan birkaç sene yararlanılabildi. Adı geçen demir yolu hattı, Lawrence yönetiminde isyan eden Arap süvarileri tarafından yapılan baskınlarla çok sayıda Osmanlı askerinin şehit edilmesine sebep oldu. Savaş sonrası bu topraklar elden çıktığı için Hicaz demiryolu hattı hiç kullanılmadı. Medine’deki demiryolu istasyonu kalıntıları ise yakın zamanda yıkılarak Osmanlıdan kalan izler silindi.
Başarısız Bağdat ve Hicaz demiryolu hatlarına rağmen yurt içinde kalan hatların inşasının gerçekleştirilmiş olmasını, padişah için olumlu bir not olarak değerlendirebiliriz.
• Diğer ulaştırma ve haberleşme hizmetleri. Karayollarında atlı ulaşım yapılmaktaydı. Karayollarının uzunluğu 1858 de 6500 km iken 1904 de 23675 km ye çıkarıldı.
Deniz kuvvetlerine ve deniz ulaşımına gereken önem verilmedi. Sultan Abdülaziz zamanında alınan ve 93 harbinde çok az kullanılan donanma, Haliçte çürüdü. 1897 yılındaki Yunan Savaşında yola çıkarılan donanma Tekirdağ'a ulaşamadı. Çoğu tekne su aldı ve battı.
Yüzyılın sonunda limanlar arasında seyir yapan yerli ticari gemi sayısı 95 adetti. Deniz ulaştırma hizmetlerini Osmanlı bayrağı taşıyan gemilerle yabancı şirketler yaparlardı. İstanbul’da bu hizmetler yabancı bir kuruluş olan Şirketi Hayriye tarafından sağlanırdı. İskele ve liman hizmetleri de yine yabancı şirketlerce gerçekleştirilirdi.
Çok kârlı olduğu için PTT hizmetleri de yabancı şirketler tarafından yürütülürdü. Telgraf hatları 1904 de 49716 km ye ulaşmış mektup sayısı 24 milyonu aşmıştı. Haberleşmeler, telgraf ağırlıklıydı. Telefon, çok yeniydi. Bu hizmetler uzun süre yabancıların tekelinden kurtarılamadı. Telgraf ile yapılan haberleşmelere Ekim 1914 de devlet el koydu ve yabancılar uzaklaştırıldı.
Elektrik kullanımında ise; Sultan elektrikten korktuğu için gelişme sağlanamadı.
Elektrik sektöründeki gelişmeler 1909 yılından sonra başladı.
* Sultan II.Abdülhamit'in tahttan indirilişi (1909)
Makedonya bölgesindeki askerlerden Resneli Niyazi ile Binbaşı Enver’in padişaha karşı isyan etmesi ve bu isyanların bastırılamayışı sonucu Sultan Abdülhamit 23 Temmuz 1908 tarihinde meşrutiyeti ikinci kere ilan etmek zorunda kaldı. Meclis-i Mebusan yeniden toplandı. Mecliste muhalif fırkalar arasında tartışmalar sürerken 31 Mart 1909 yılında İstanbul’daki bir kısım askeri birlikler isyan ettiler. Bu hareket, İttihat ve Terakki’ye bağlı askerler tarafından bastırıldı. Padişah 27 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirildi. Padişaha tahttan indirildiğine dair tebliği kendi bakanı Emanuel Karasu bildirdi.
Selanik’te Yahudi Alatini’nin köşkünde ikamete mecbur edilen devrik padişah burada bir mahpus hayatı yaşadı. Ailesi, çocukları ve hizmetçileri ile yaşadığı bu hapis hayatı çok incitici idi. Çocukların okula gitmelerine bile çok sonraları izin verildi.
1.Balkan Harbinde Selanik Yunanistan’ın eline geçmeden önce devrik padişah ve yakınları bir Alman gemisi ile 1912 yılında İstanbul’a getirildi ve Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi. Buradaki hayatı da pek rahat geçmedi. Osmanlının 1. Cihan Savaşındaki durumunu gazetelerden takip etti.10 Şubat 1918 tarihinde zatürrieden vefat etti. Divan yolundaki Sultan 2. Mahmut türbesine defnedildi.
Niye kendisinden hesap sorulmadı? Osmanlı kültürü ile yetişen yeni nesil, böyle bir düşünceye kapılmadı. Daha önemli sorunlarla ilgilenmeyi tercih etti.
İşte Ulu hakan Abdülhamit’in gerçek hikayesi buydu.
Bugün TC’yi rahatsız eden bütün sıkıntıların tohumlarının atıldığı bir dönemin hikayesi.
Maksadım Sultan Abdülhamit’i sorgulamak değildir. O rahmetli olmuş bir kişidir. Hesabı Tanrıya kalmıştır. Umarım aklanır.
Ancak O’nun sergilediği yönetim tarzı etkilerini günümüze kadar taşımıştır. Bu yönetim tarzı, İslami kılıfa sokulmakta ve İslam devamlı olarak istismar edilmektedir.
Ben Müslümanım. Mensup olduğum İslam dininin istismar edilmesinden çok rahatsızım. Bu nedenle mensup olduğum dinimin esaslarını anlatarak, insanları bilgilendirmeyi, onları yanlışlardan uzaklaştırmayı kendime görev sayıyorum. Ben Müslümanım diyen herkesi kardeş sayıyor ve onlara yardım etmek istiyorum.
Bunları ısrarla yazmamın diğer nedeni tarihi gerçekleri bilmemiz ve günümüzde benzer uygulamalara müsaade etmememizdir. Tek kişinin yönetimi, çağın yani günümüzün gerçeklerine uymamaktadır. Su tersine akmaz.
Aklımızı kullanıp gerçeklere uygun davranmazsak, birtakım bahaneler arkasına sığınarak yanlış yapmakta ısrar edersek, bundan başta toplum olmak üzere devlet zarar görür.
Kuran, insanların hataları dolayısı ile zarar gören toplulukların akıbetlerini anlatmıyor mu?
Kuran ifadesi ile Ey insanlar. Siz hiç ders almaz mısınız?
Cümlenizi Mevla’ya emanet ediyorum.
Saygılarımla.
Selami OĞUZ
'ULU'LUK ÜZERİNE (II. Abdülhamit) - 14 Mart 2022