Önceki yazımızda Türk Medeni Kanunu tasarısını TBMM’ye sunan TC. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’in (Bozkurt) sunduğu kanun gerekçesinde dini hükümler ve Cumhuriyet’in geleceği konusunda şunları söylediği ifade edilmişti.
Esaslarını dinlerden alan kanunlar tatbik edilmekte oldukları toplumları, nazil oldukları iptidai devirlere bağlarlar ve terakkilere (gelişmelere) engel olan belli başlı müessir ve amiller arasında bulunurlar.
Türk Milletinin mukadderatını bu asırda dahi orta çağ hükümlerine ve kaidelerine bağlamak, dinin değişmez hükümlerinden ilham alan ve Uluhiyetle daima temas halinde bulunan kanunlarımızın en kuvvetli müessir ve amili (etkeni) olduklarına şüphe edilemez.
Akabinde "İslam dininin temel özelliklerini hatırlayalım." başlığı altında şu hususlar dile getirilmişti.
İslam dini İman, İbadet ve Ahlak (hukuk) bölümlerinden oluşur.
İman ve ibadet hükümleri değişmez.
Ahlak hükümlerinin bir kısmı da değişmez.
Bir kısmı ise çağın şartlarına göre icma-ı ümmet veya içtihat yapmak suretiyle değiştirilebilir.
Hatta zaruri hallerde yapılması kesin olarak istenilenler (farzlar) veya yapılması kesin olarak yasaklananlar (haramlar) geçici olarak kaldırılabilir.
İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in (sav)içtihat yapma konusundaki şu hadisi çok meşhur ve önemlidir.
Hazreti peygamber(sav) Yemen’e vali olarak tayin ettiği Muaz bin Cebel’e(ra)
‘’ Oraya gittiğinde ne ile hükmedeceksin? Sorusunu sorar. "Kuran-ı Kerime göre." Cevabını alınca
"Onda bulamazsan?" sorusunu ekler. "Resullullah’ın sünnetlerine göre." Cevabını alır.
"Onlarda da bulamazsan?" sorusuna ise.
"Kuran-Kerim ve Resulullah’ın sünnetlerine aykırı olmayacak tarzda aklımla hareket eder ve içtihat yaparım. Ona göre hükmederim." Cevabını alır.
Bu cevap karşısında "Din kurtuldu." diyen Hazreti Muhammed’i (sav) çok mutlu olur.
Görüldüğü üzere Adalet Bakanının Medeni Kanun gerekçesinde söylediği gibi Dinin ahlâk (hukuk) bölümü donmuş hükümlerden ibaret değildir.
Bu hususları hatırladıktan sonra diğer kanunların İslam açısından incelenmesine geçebiliriz.
4.2.1.5.3 Ceza kanununun İslam açısından irdelenmesi
* Osmanlı İmparatorluğunda ceza hukuku: Daha önce ifade olunduğu üzere Osmanlı İmparatorluğu sanıldığı gibi bir şeriat devleti değildi. Eski Türk hukukundan gelen ve Hakani ve Sultani denilen sistem devletin yüksek menfaatlerini kollayan ve koruyan bir düzendi. Bu düzene göre yasama yetkisi padişahındı ve padişah adına yapılırdı. Medeni hukukta geniş ölçüde şeriat ve Hanefi hukuku sistemi uygulanıyordu. Fakat Ceza hukuku ve diğer sahalarda kesin olarak Sultani hukuk hakimdi. Devletin başından sonuna kadar durum böyleydi.
* İslam’da cezalar:
Tanrı, Kuran-ı Kerimde insanlara iyilik yapmalarını (emr-i bil maruf) ve kötülükten sakınmalarını (nehyil anil münker) emretmiştir. Yapılması istenmeyen fiillerin yani yasaklanan bazı kötülüklerin cezalarının bir kısmının hem dünyada hem de ahirette verileceği Kuran’ın muhtelif ayetlerinde belirlenmiştir.
Kuran ayetlerine ve Hazreti Peygamber’in (sav) hadislerine göre işlenmemesi gereken 4 suç şunlardır.
Şirk koşmak, kasten adam öldürmek, zina yapmak ve hırsızlık yapmak.
* Şirk koşmak: Kısaca tevhid (birlik) ilkesi ile tanımlanan ve İslam’ın temel kuralı olan Tanrının varlığına ve birliğine inanmayan kişiler, şirk suçunu işlerler. Şirk, Tanrının birliğini inkâr ederek ona eş ve ortak koşma eylemidir. Putlara, yıldızlara, ateşe vs. tapma, Tanrı’ya oğul veya eş isnat etme, Tanrı’nın vasıflarını başkalarına yakıştırarak onlara kul, köle olma ve onlardan yardım isteme, geleceği okuyan fal ve benzeri bilgilere inanma gibi hareketler Kuran’da şirk sayılmıştır.
Şirk fiili Kuran’ın birçok yerinde (Nisa 36 ve 48, Enam 14,56 ve151, Araf 33, Yunus 106, Yusuf 38, Ra’d 36, Nahl 51,73 ve 74, İsra 22,39 ve111, Kehf 110, Hac 26,31, Şuara 213, Kasas 88, Rum 13, Lokman 13, Mümin 66, Şura 6, Zariyat 51ve Cin 18) dile getirilmiştir.
Şirk, Tanrının affetmediği tek suçtur. Tanrının şirk üzerine ölen kişiyi affetmeyeceği Kuran’ın birçok yerinde ısrarla ifade olunmuştur. Örneğin Furkan suresi 68 ve 69. ayetlere kulak verelim.
"Onlar Allah (cc) ile birlikte başka bir ilaha yalvarmazlar. Allah’ın(cc) haram (saygın) kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina yapmazlar. Bunu yapan kişi kıyamet günü azabı katlanan ve içinde alçaltılmış olarak (ebedi) kalacağı bir ceza ile karşılaşacaklardır."
Şirk suçunun dünyadaki cezaları ise şöyle belirlenmiş ve uygulanmıştır.
İslam’da barış esastır. Şirk içindeki bir toplum Müslümanlara saldırmaz ve onlarla barış içinde yaşamayı tercih ederse Kuran bu toplumla savaşmayı menetmiştir.
Şirk topluluğunun saldırısında ise Müslümanlara bunlara karşı mücadele etme (cihad) yetkisi verilmiş ve bu mücadele farz, yani zorunlu kılınmıştır. Bu mücadelede Müslümanlara karşıtlarını öldürme hakkı tanınmıştır
Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin ve şeriklerinin yaptığı eylemlerde olduğu gibi toplum düzenini bozan ve İslami esaslara aykırı olduğu fetva ile kesinleşen düşünce akımlarının failleri idam edilmişlerdir.
"Dinde zorlama yoktur. Bakara 256." ayeti gereği insanların inançlarına genellikle müdahale edilmemiş, toplumsal eylem yapmadığı süre zarfında bu kişilerin inancına, mahalle baskısı dışında pek dokunulmamıştır. Ancak eyleme dönüşmesi halinde bu kişiler de idam edilmişlerdir.
Tanrıya duyduğu büyük aşktan dolayı Şeriat dışına çıktığı ve şirke düştüğü kabul olunan büyük mutasavvıf Hallac-ı Mansur bunun en canlı örneğidir.
** Kasten adam öldürmek: Bu konu ile ilgili Kuran ayetleri; Bakara 178, Nisa 92-93, Maide 32, Enam 151, İsra 33 ve Furkan 68 ayetleridir. Kasten adam öldürmek fiili İslam’da en ağır suçlardan biri olarak kabul olunmuştur. Bu konuda kriter olarak kısas esas alınmıştır.
"Ey iman edenler. Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Bir hüre karşı bir hür, bir köleye karşı bir köle, bir kadına karşı bir kadın (öldürülür. Daha fazlası olmaz.)
Kim, öldürülenin kardeşi (mirasçısı) tarafından bir bedel karşılığı bağışlanırsa; marufa (bilinen, malum olan şey) uysun ve bedeli (diyeti) güzelce ödesin.
Böyle olması Rabbiniz (sahibiniz) tarafından yapılmış bir hafifletme ve bir iyiliktir.
Kim bundan sonra düşmanlığı sürdürürse ona elem verici, acı bir azap vardır. Bakara 178"
Bu ayetin hükümleri İsra suresinin 33. ayetiyle açıklığa kavuşturulmuştur.
"Allah’ın (cc) dokunulmaz kıldığı canı öldürmeyin. Haklı sebep olursa başka. Kim haksız yere öldürülürse onun velisine yetki vermişizdir. O da katili öldürme işinde aşırıya kaçmasın Çünkü O, yardım görmüştür."
Kuran ayetlerinden anlaşılacağı üzere bu durumlarda olası kan davalarını önlemek ve toplumsal barışı sağlamak için Tanrı tarafından bir bağışlama ve af sistemi getirilmiş, öldürülenin yakınlarına bir tazminatın (diyet) verilmesi gerekli ve yeterli bulunmuştur.
Kasti olmayan, kazara oluşan ölümlerde de ölen kişinin yakınlarına maddi tazminat verilmesi esas alınmıştır.
*** Zina yapmak: Bu konu ile ilgili Kuran ayetleri Nisa 15 ve25, İsra 32, Nur 2-9, Furkan 68, Ahzap 30, Mümtehine 12 ve Talak 1 ayetleridir. Zina evlilik dışı cinsel ilişkilere verilen ve Tanrının çirkin bularak yasakladığı bir fiildir. Adam öldürmekten daha yaygın ve etkisi itibariyle daha ağır bir suçtur. Tevrat’ta bu suçun cezası recm (taşlanarak öldürülme) idi.
Neslin bozulmasını önlemek maksadıyla zina suçunu işleyenler için Kuran’da da ağır hükümler konulmuş ve
Kur’an- Nur suresinde (2-9 no’lu ayetler) zina suçunu işleyenler hakkında hem cezalandırma hem de tahkir etme maksadıyla meydan dayağı cezası getirilmiştir.
Zina suçu genellikle gizli işlenildiğinden Kuran bu suçun en az dört şahidin ifadesiyle kanıtlanmasını şart koşmuştur.
Zina suçunu işlemediği için hapse atılan Hazreti Yusuf’un (as) hayat hikayesi insanların ibret ve ders olmaları için Kuran’da geniş bir şekilde anlatılmıştır.
Bu ağır cezalara rağmen evlilik dışı cinsel ilişkiler, kanıt yetersizliğinden dolayı yeterince cezalandırılamamış ve zina insanlığın belası olmuştur.
**** Hırsızlık yapmak: Bu konu ile ilgili Kuran ayetleri Bakara 188 Nisa 29 Maide 38 ayetleridir.
Hırsızlık yapan kimsenin elinin bilekten kesilmesi cezası, Rabbimizin af ve merhamet tavsiyeleri dolayısıyla hemen uygulanmamış, hırsızlık suçunu işleyen kişiye yaptığı fiilden nedamet getirmesi, pişman olup bir daha yapmaması, tövbe ve istiğfar ederek Rabbinden özür dilemesi ve mal sahibine verilen zararları telafi etmesi hususunda bir zaman tanınması sağlanarak bu şartları yerine getiren kişilere bilek kesme cezası uygulanmamıştır.
İslam’ı sevgi üzerine yorumlayarak yaşayan Türk İslam anlayışına karşın Hicazda pek çok bileği kesik dilencinin varlığı bu hükmün Arap İslam anlayışında daha sert uygulandığının bir kanıtı niteliğindedir.
4.2.1.5.3.1 TCK’nın getirdiği hükümlerin Genel değerlendirilmesi:
* Türk Ceza Kanunu,1889 tarihli İtalyan Zanardelli yasası esas alınarak hazırlandı.,1 Mart 1926 tarihinde TBMM’de görüşülerek yasalaştı. 13 Mart 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu kanun Laik düzene geçişin önemli adımlarından biriydi. TCK ile kamu hukuku mefhumu getirilmiş, kişinin işlediği suçlar kamuya yapılan suç kapsamına alınmıştır.
Dini esaslara dayanmayan bu kanunda devlet alabildiğine koruma altına alınmaktadır. Kişi hakları devlet karşısında ikinci plana atılmıştır. Oysa devlet kişilere birlikte en iyi yaşam koşularını sağlamak amacıyla kurulmuştu.
Cumhuriyet yönetimi ile vatandaş kul ve köle olmaktan kurtarılmıştı ama bu kere devletin kendisine belirlediği sınırlarda yaşamak zorunda bırakılmıştı. Önce devlet sonra vatandaşın hakları gelmekteydi. Bu iki hakkın çatışması sonucu, TCK’ da pek çok değişiklikler yapılmak zorunda kalındı. Özgür olmanın bedeli oldukça ağırdı.
4.2.1.5.3.2 TCK’nın İslami Hükümlere aykırılıkları:
TCK’nın İslami ahlakı koruma gibi bir amacı yoktur. Genel ahlak kavramına karşı yapılan eylemler genelde kabahat veya özelde suç kapsamında değerlendirilmektedir.
Eğitim giderek laikleştiği için insanlar yeteri kadar dini bilgiye ulaşamadılar. Yapılan yenilikler sonucu ortaya çıkan yeni ortamlar karşısında insanlar, dinin kazandırdığı ahlâklarını bilgi eksikliği ve bunun getirdiği bilinçsizlik yüzünden koruyamadılar. Din, giderek toplumda önemsizleşmeye başladı. Ortaya dini hassasiyeti olmayan bir kesimin yanında dini hassasiyeti olan ama cehaletten kurtulamayan bir başka kesim çıktı. Toplumda birlik ve beraberliği bozan bu ayrılık, siyasiler tarafından sürekli olarak istismar edildi. Toplumsal dayanışmanın temeli olan dini ahlâk büyük yara aldı.
TCK ile oluşan yeni ortamları dini hükümler açısından değerlendirdiğimizde şu gerçekleri görürüz.
* İşlenen şirk suçlarına gereken ceza verilmedi.
İslam’a ve İslam’ın kutsal saydığı değerlere karşı yapılan suçlar düşünce özgürlüğü kapsamında sayıldı. Genel ahlak prensipleri adı altında caydırıcı olmayan cezalar verilerek geçiştirildi. Özellikle yabancı ülkelerde İslam’a karşı yapılan bu tür saldırılara, gerektiği ölçüde siyasi ve toplumsal karşı çıkma refleksi gösterilmedi.
Bilimsel çalışmalarda İslami hassasiyet gösterilmedi. Örneğin arkeolojik çalışmalar sonucunda ortaya çıkarılan yeni kültürlerde İslami Tek tanrı inancına karşı olan çok tanrılık kültürü, topluma bir değer olarak sunuldu. Tek tanrı inancına sahip insanlar dahi ortaya konulan bu çok tanrıcılık propagandasının tarafı oldular. Kendi inancını korumaktan başka bir amacı olmayan ve bu propagandaya karşı çıkanlar ise aşağılandılar, gericilikle suçlandılar. Bunun sonucu din karşıtı çevreler varlığımızın temel unsurlarından biri olan İslam inancına karşı giderek güç kazandılar.
Özellikle yabancı sinema filmlerinde sadece seks sahnelerine sansür konulurken toplumumuzu esir alan kültür emperyalizmiyle mücadele edilmedi. Bu filmlerde aleni Hıristiyanlık ve Yahudilik propagandasının yapılmasına izin verildi.
Müslüman toplum farkında olmadan ustalıklı bir şekilde dini hassasiyetlerinden uzaklaştırıldı.
İslam’da geleceği (gaybı) sadece Tanrı bilir. Bu nedenler gelecek hakkında fikir veren ve zandan başka bir şey olmayan fal, İslam’da haramdır ve kesinlikle yasaklanmıştır. Bu dini gerçek ortada iken yazılı ve görsel medyada günlük yıldız falları ve astroloji kehanetleri fikir özgürlüğü sayılarak yasaklanmadı. Hatta özendirildi. Böylece şirk fiilinin önü alabildiğine açıldı.
Türbeleri ziyaret eden kişilerin yatırlardan yardım istemelerinin şirk olduğu Müslümanlara gerektiği kadar anlatılmadı.
Müslümanlar, kıldığı namazın her rekatında okuduğu Fatiha suresindeki "Ancak sana ibadet eder ancak senden yardım isteriz." ayetinin şuuruna ulaştırılamadı. Bu şuura ulaşmayan insanlar başta siyasiler olmak üzere kendilerinden malca ve yetkice güçlü olanlara kutsallık verebildiler, onlara kul ve köle oldular. Bu eylemleri ile bu insanlar hem özgürlüklerini yitirdiler hem de farkına varmadan şirk içine düştüler.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özet olarak TCK şirk suçlarına karşı gerekli tavrı almayarak toplumun en önemli kültür değeri olan dini inançları korumadı. Dinen en büyük suç sayılan şirk eylemi karşısında ya suskun ya da çok yetersiz kaldı.
Oysa TC. Anayasası'nın değişmez maddeleri arasında yer alan İstiklal Marşımız "Hakkıdır. Hakka tapan milletimin istiklal" cümlesi ile sona ermekteydi.
Ve kanunlar anayasaya aykırı olamazdı.
** Adam öldürmek:
İslam’da kasten adam öldürene kısas uygulanır. Tanrı, geri dönülmez bir eylem olduğu için kısas eylemini hafifletmiş ve öldüren tarafın öldürülen tarafa tazminat ödemesi şartını getirmiştir. Böylece hem kan davaları önlenmiş hem de öldürülen taraf ekonomik olarak bir miktar korunmuştur.
TCK ise bu tür suçları kamuya işlenen suç olarak kabul ederek söz konusu tazminat hükmünü uygulamamakta ve suçluya hapis cezası vermekle yetinmektedir. Yakınının öldürülmesi ile büyük zarara uğrayan tarafın kaybettiği maddi zararlar da karşılanmadığından bu uygulama adil değildir. Öldürülen kişiye tazminat verilmemesi, öldürülen kişinin tarafının ağır kayba uğramasına sebep olmaktadır.
Suçluların öldürülen kimsenin yakınlarının rızası hilafına kısa sürede salıverilmesi bir başka yanlışlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Alması gerektiği cezayı yeterince almayan canilerin kanunların getirdiği diğer haklardan ya da boşluklardan yararlanarak kısa sürede hapisten salıverilmeleri vicdanları ciddi şekilde rahatsız etmektedir.
Devletin suçluları geri kazanması anlaşılabilir insani bir olaydır. Ancak ceza davalarında devletin her şeye re’sen karar vermesi de doğru değildir. Bu suçlardan zarar gören tarafların söyleyecekleri ve isteyecekleri vardır ve devlet zarar gören tarafların bu tür isteklerine kulak vermek zorundadır. Bu sistemde zarar gören, uğradığı zararı ile ortada kalmaktadır. Devletin kamu yararı gözeterek yaptığı uygulama zarar gören tarafın zararını karşılamamaktadır.
Erken salıvermeler cezalardan beklenilen caydırıcılığı ortadan kaldırmakta ve TCK suç artışını önleyememektedir. Bu haliyle TCK insanların can güvenliğini sağlamaktan uzaktır. Oysa "Kısasta hayat vardır." Kuran hükmü sorunu kökünden ve adaletle çözmektedir.
*** Zina suçu işlemek:
İnsanlığın var oluşu ile başlayan cinsel ilişkiler sonucunda Adem Oğullarının yaratıldığı cennetten uzaklaştırılarak dünya hayatına gönderildiği, Kuran-ı Kerim’in Araf suresinde üstü kapalı olarak anlatılmaktadır.
Zina, kadın ile erkeğin evlilik dışı yaptığı ilişkilerin genel adıdır. Tanrı insanların evlilik bağı altında nezih bir şekilde yaşamasını istemektedir. Kadın ve erkeğin evlilik bağı dışındaki ilişkilerinin insanın değerini düşüreceğini, toplumsal sorunlar oluşturacağını göz önünde bulundurarak bu eylemleri yasakladığını ve yapanları şiddetli tahkir suçu ile cezalandıracağını ifade etmektedir. Tanrı, insana değer vermekte ve insanların zinaya yaklaşmamalarını istemektedir.
İnsanları zinaya götüren en önemli unsur Tanrıya olması gereken sevgi, saygı ve korkunun olmaması yani ahlaki eksiklik ve zayıflıktır. Bu nitelikteki kişiler her türlü suçu işleyebilirler.
İnsanları zinaya götüren ikinci unsur tesettür, üçüncü adım bakış ve ilişkidir. Kısaca örtünme adı verilen tesettür hükümleri Kuran-ı Kerim’in Nur suresinde bildirilmiştir. Ancak tesettür, kadın ve erkeğin sadece şeklen örtünmesi değil, onların birbirleri ile olan ilişkilerinde göstermeleri gereken nezahet (temiz duygular) ve nezakettir(kibarlık).
Kuran-ı Kerim’in. Al-i İmran suresinin 14. ayetinde bildirildiği üzere "Nefsani arzulara, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılınmıştır" hükmü ışığında insan dünya menfaatleri karşısında zayıf yaratılmıştır. Cinsel ilişkiye mütemayildir. Tesettürün olmadığı yerde zina suçunun işlenme olasılığı artar.
Zina çok gizlidir ve toplumumuzda çok yaygındır. Cinsel yetersizlikler zina suçunu artırmaktadır. Bu konu edebiyatın ve sinemanın cazip bir konusudur. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde ve başta fabrikalar olmak üzere kadın-erkek çalışanının yoğun olduğu yerlerde yaşanan zina olaylarını anlatan Cumhuriyet dönemi yazarlarının kitapları ve bu konuyla ilgili çekilen sinema filmleri güncelliğini korumaktadır. Zina suçu günümüz toplumunda namus kavramı olarak değerlendirilmekte ve giderek artan kadın cinayetlerinin, gayri meşru çocuk ölümlerinin ana sebebini teşkil etmektedir.
Zina suçu günümüzde gizli olmaktan çıkmıştır. Gençlerin okul sıralarında başlayan ilişkileri, turizmin getirdiği serbest ortam, plajların durumu, sinema filmleri, internet yayınları ve bu gibi yayınlar, kadın ve erkek arasında olması gereken hassas dengenin bozulmasına, zina suçunun olağan hale gelmesine sebep olmuştur. Toplum ahlakı, bu suçun yaygınlaşması nedeniyle büyük zarar görmüştür.
TCK, bu günkü durumuyla zina suçunu önleyememekte ve bu suç bir kanser gibi toplum ahlakını yok etmektedir. AB uyum yasaları kapsamında yapılan değişikliklerle zina ceza olmaktan çıkarılmıştır.
Kendini Müslüman sayan toplum, Hazreti Peygamberin "Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim." emelinden çok uzak bir noktaya sürüklenmiştir. Bu durum Tanrının hiç tasvip etmediği bir durumdur.
**** Hırsızlık yapmak:
Bu suçun temelinde yoksulluk ve fakirlik yatmaktadır. İnsanları bu suçtan korumak için İslam, zekât ve sadaka müessesesini getirmiş, insanlara yardımlaşınız öğüdünü vermiştir. Günümüzdeki sosyal devlet anlayışı da her kişiye insanca yaşayabilmek için gerekli ekonomik şartları sağlamak amacını taşır.
Hırsızlık sadece başkasının onayı ve haberi olmadan onun maddi varlığını çalmak değildir. Öğrencilerin kopya çekmesi de bir hırsızlıktır. Bu kötü alışkanlık eğitim sistemimizin toplumumuza kötü bir mirasıdır. Liyakatı olmadığı bir görevi üstlenmek, kamu personelinin aldığı rüşvet ve bazı kişileri hakkı olmayacak tarzda kayırmak (iltimas) da hırsızlıktır.
TCK, hırsızlık suçlarını hapisle cezalandırmakta, ancak toplumda yeterli düzeyde sosyal dayanışma olmadığı yani Müslümanlar zekâtlarını gereken miktarda vermedikleri için suçlu topluma kazandırılamamakta, hırsızlık suçu önlenememekte, tam aksi giderek artmaktadır.
İslam bu suçun cezasını vermeden önce suçluya bir zaman tanımakta ve onu bu suçu bir daha işlememesi için gerekli nefis imtihanından geçirmektedir. Ancak sorunun temelindeki ekonomik ihtiyaçlar çözülmedikçe bu sorun TCK yasaları ile ortadan kalkmayacaktır.
Görüldüğü gibi TCK, İslam’ın suç saydığı 4 temel eylem karşısında yeterli değildir.
4.2.1.5.4 Borçlar kanunun İslam açısından incelenmesi.
Ekonomik hayatın önemli unsurlarından biri olan kişiler arasındaki borçlanma, esasları ve yapılacak anlaşmaların şartları Borçlar Kanunu ile düzenlenmeye çalışılmıştır.
* Borçlar Kanunu: Borçlarla ilgili hukuk, Mecellede 557 maddede yer almaktaydı. İsviçre Borçlar kanunundan yararlanılarak hazırlanan Borçlar Kanunu 22 Nisan 1926 tarihinde kabul edildi ve bu kanun da 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi.
Mecelle Hukuku, kabul edilen Türk Medeni Kanunu’na ek olarak çıkarılan 864 sayılı Tatbikat kanununun 43. maddesiyle 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlükten kaldırıldı.
Kuran-Kerm’in kesin hükümlerine rağmen Müslümanların çözemediği iki konu vardır. Birincisi kadın erkek ilişkilerinde gizli işlenen zina suçu, diğeri ekonomik ilişkilerde uygulanan faiz alma suçu.
İslam faizi kesin olarak yasaklamıştır. (Kuran-ı Kerim. Bakara 275-279, Al-i İmran 130. Nisa 161, Rum 39. ayetler) İslam, inananları (müminleri) kardeş sayar ve birbirine borç verildiğinde faiz istenmemesini emreder. İslam verilen borcun geri ödenmesinde zorluk çıkarılmamasını, ödeme sıkıntısı çeken kişiye gerekli kolaylığın gösterilmesini ve hatta şartlara göre alacağın affedilmesini tavsiye eder.
Faiz, ödünç verilen bir malın veya değerli madenlerin geri alınmasında istenilen fazlalıktır.
İslam paranın veya daha geniş anlamda varlığın (sermayenin) tahakküm kurmaması ve zayıf insanlara zulüm yapılmaması için faizi yasaklamıştır. Kuran ayetleri ve Hazreti Peygamberin hadisleri ile açıklığa kavuşturulan faiz uygulaması, sonraki yıllarda yapılan yanlışlıklarla saptırılmış ve faiz uygulaması Müslümanların başına ekonomik bela olmuştur. Bunda daha önce Al-i İmran.14 ayette ifade olunduğu gibi insanoğlunun paraya, mala, altına, gümüşe olan aşırı düşkünlüğü etken olmuştur.
Osmanlı’nın en büyük şeyhülislamlarından Ebussuud Efendi’nin % 12- 15 oranında faiz alınabileceği konusunda fetva verdiği tarihçi Yılmaz Öztuna’nın kitaplarında ifade olunmaktadır.
Günümüzde gerek iç ve gerek dış ticarette faiz alınıp verilmektedir. İç ticarette faiz önlenebilir. Dış ticarette ise faiz oranı yapılacak anlaşmalarla düşürülebilir.
Bugünün dünyasında paraya hükmeden Yahudi kuruluşları parasal konularda dünyayı esir almışlardır. Bunun sebebi ülkelerin dışa bağımlı, borca dayalı ekonomik uygulamaları ve toplumların ürettiğinden çok tüketme alışkanlıklarıdır. Bu politikalar devam ettiği sürece faiz, zayıf ülkelerin ekonomik yönden sömürülmelerinin ve onların esir duruma düşmelerinin başlıca sebebi olmaktadır.
Borç alıp verme işinin toplumdaki dayanışmayı bozmaması için İslam, bu konuda en az iki şahitli yazılı anlaşma yapılmasını şart koşmuştur. (Bakara suresi 284. ayet).
Toplum yararı için borç alıp verme ve faiz konularına bu kadar önem veren ve özen gösteren İslami hassasiyetin bugünkü ekonomik ilişkilere yön veren kanunlarda yer almaması sonucu toplumumuz ekonomik bunalımlardan bir türlü çıkamamaktadır. Bugün dış borca ihtiyacı olan ülkemizin bu borçlar karşısında ödediği faiz miktarı birkaç yüz milyar dolarla ifade olunmaktadır. İç borçlanmalarda ise ödenmeyen ve icraya düşen dosya sayısı 30-40 milyon olarak belirtilmekte ve bu rakam giderek artmaktadır.
4.2.1.5.5 Ticaret kanunlarının İslami açıdan incelenmesi.
Ticari hayatımıza yön veren kanunlardan;
* Kara Ticaret kanunu Ticareti berriye kanunu 26 Mayıs 1926 tarih 865 sayılı kanun 2011 yılında son şeklini aldı
* Deniz ticaret kanunu 13 Mayıs 1929 1440 sayılı kanunla 865 sayılı kanuna İkinci kitap olarak ilave edildi.
* İcra iflas kanunu 9 Haziran 1932 de kabul edilen 2004 sayılı kanunla 4 Eylül 1932 tarihinde yürürlüğe girdi.
Daha önce değinilen Borçlar hukuku ile iç içe yürüyen ticari alanda yaşanan İslam’a aykırı konular şunlardır.
Ticari ahlak: İslam ahlakında söz vermek ve sözünde durmak son derece önem taşır. Zira sözünde durmamak münafıklığın üç önemli şartından biri sayılır. Geçmişte Müslüman Türk tüccarlarının verdikleri sözlere yazılı senet kadar güvenilirdi. Zamanla bu güven azaldı.
Ticarette hile yaptıkları, eksik ölçüp eksik tarttıkları için toptan yok edilen Medyen Kavmi'nin akıbeti, Kuranı Kerimde defalarca anlatılmakta ve insanların ticari hayatta dürüst davranmaları istenmektedir.
Hazreti peygamberin(sav) bir pirinç çuvalını inceleyip alttaki pirinçlerin ıslak olduğunu görünce söylediği "Bizi aldatan bizden değildir." Sözleri İslam ticaretinde güven unsurunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Üretilen ve satılan malın bedeline göre kalitesi önem taşır. Tüccarın kalitesiz mal satarak müşteriyi aldatması söz konusu olamaz.
Bu husus öncelikle güven ahlakıyla sağlanabilir. Günümüz ticari hayatında olması gereken güven unsuru ikinci plana düşmüştür. Günümüzdeki tüketiciyi koruma kanunlarının tüketiciyi yeterince sağlamadığı da açık bir gerçektir.
İsraf ekonomisi: Günümüz dünyasında ekonomi tüketime dayalıdır. İnsanlar çeşitli reklamlar veya özendirici teşviklerle tüketime yönlendirilmekte ve gereksiz alışveriş çılgınlığı yaşanmaktadır.
Tanrı, Kuran-ı Kerim’in. Araf suresi 31. ayetinde "Yiyiniz, içiniz. Ama israf etmeyiniz. Allah(cc) israf edenleri sevmez." ifadesiyle insanların tüketim konusunda nasıl davranmaları gerektiğini bildirmektedir.
Hazreti peygamberin (sav) ‘’ Denizin kenarında dahi olsanız suyu israf etmeyiniz.’’ sözleri tüketim çılgınlığının yanlışlığının bir başka ifadesidir.
Ne var ki Ulusal ve küresel ticari kanunlarda bu tüketim çılgınlığını önleyecek hükümler yer almamaktadır.
Günümüzde küresel israf, doğanın ve dünyanın dengesini sarsacak boyutlara ulaşmıştır. Dünya bu tüketim hırsına artık yetmemektedir. Doğanın aşırı tahrip edilmesi insanoğlunun yaşama hakkını riske sokmaktadır.
İslami ahlakın önemsediği tasarruf etme düşüncesi ise, küresel ekonomiye yön veren çevrelerin gündeminde henüz yer almamaktadır.
Alışveriş usulü: İslam’da alışverişin peşin parayla yapılması esastır. Çek ve senet gibi uzun vadede borçlanmak ve yapılarda olduğu gibi olmayan malı satın almak, faizin sisteminin gizli uygulamasından başka bir şey değildir. Günümüzde yaygın olan ve kanunlarla düzenlenen vadeli satış sistemi hem israfı artırmakta hem de faiz uygulamasına yol açmaktadır. İslami prensiplere uygun değildir.
* Kanunların genel değerlendirilmesi:
Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve yukarıda değinilen diğer kanunlarla dini esaslara dayalı hukuk düzenine son verildi. İslami ahlak ve kuralları dışında yeni bir sistem kuruldu. Çağdaşlaşmayı hedefleyen Laiklik konusunda en önemli adımlar atılmış oldu.
Bu kanunlar eğer Kuran ve Sünnet hükümlerine aykırı olmadan çağın şartları dikkate alınarak ve akılla hareket edilerek içtihat niteliğinde yapılmış olsaydı;
İslam Dinine aykırı hareket edilmeden Milletin inancı ile Devletin hukuku arasında çelişkilere fırsat verilmemiş olunacaktı.
Bu doğrultuda düzenlenen kanunlar bir taraftan toplumun çağdaşlaşmasını sağlarken diğer taraftan toplumdaki huzur ve güveni pekiştirecek, toplumu tehdit eden zararlar bertaraf edilmiş olacaktı.
Olmadı.
Daha önce anayasa hocaları "Gerçek bir laiklikte din düşmanlığı değil dine tarafsız bir bakış ve davranış mevcuttur." demişlerdi.
Yapılan bu yenilikler toplumda dini inancın ve İslami ahlakın giderek zayıflamasına ve kaybolmasına yol açtı.
Bu yenilikler, toplumu daha çok huzura kavuşturdu mu?
Devlet ile Millet bütünlüğü yeterince sağlanabildi mi?
Bu iki soruyu günümüz insanının özellikle gençliğin akılcı değerlendirerek cevaplandırması gereğine inanıyorum.
Gelecek yazı: Mustafa Kemal Atatürk’e suikast.