4.2.4 Mustafa Kemal’e göre Cumhuriyet, İslamiyet ve Laiklik:
Şimdiye kadar yazdığım 14 yazı ile Osmanlıdan başlayarak 10 Kasım 1938 tarihine kadar olan dönemde Ülkemizde İslam, Cumhuriyet ve Laiklik konularında yaşananları olabildiğince detaylı anlatmaya çalıştım. Bu yazı dizisinin en önemli aktörü şüphesiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK idi. Yanlış bir şey yazmamak için özen gösterdim ve Mustafa Kemal hakkında çok sayıda kitap, makale okudum. Tarafsız kalmaya çalışarak kendimce bazı değerlendirmeler yapmaya çalıştım.
Bu incelemelerim arasında bir gerçeği yakaladım. Öncelikle pek çok kimsenin fark etmediği bu gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.
*23 yıl gerçeği
*-Mustafa Kemal 10 Ağustos 1915 tarihinde Çanakkale- Anafartalar Savaşında göğsünden şarapnel parçası ile yaralandı. Yaralandığını yanındaki subaylarına işaret ederek duyurmadı. Göğsündeki cep saati parçalanmış, parçalanan saat, onun hayatta kalmasını sağlamıştı.
Miralay Mustafa Kemal parçalanan saati Çanakkale grup komutanı olan Alman Liman Von Sanders Paşa’ya hediye eder. Bu jeste karşı Liman Paşa da Mustafa Kemal’e kendi kol saatini hediye olarak verir.
Bu olayla Mustafa Kemal, kazandığı üç gazilik şerefinden (diğerleri Sakarya ve Dumlupınar) ilkine ulaştı. Bu gerçek Mustafa Kemal’i küçümseyen çevrelerce hep gizlendi.
Liman Von Sanders Paşa bu olayı Türkiye’de 5 yıl adlı hatıratında geniş bir şekilde anlatıyor.
O tarihten sonra Gazi Mustafa Kemal, 23 yıl 3 ay yaşadı ve 10 Kasım 1938 yılında hayata gözlerini yumdu.
** İslam peygamberi Hazreti Muhammed (sav), Pakistanlı Prof. Muhammed Hamidullah’ın tespitlerine göre; 20 Nisan (12 Rebiülevvel) 570 tarihinde doğdu.
26 Ramazan 609 tarihinde 40 yaşı içinde (39 yıl 6 ay 14 gün) peygamber oldu.
08 Haziran (12 Rebiülevvel) 632 tarihinde vefat etti.
Peygamberlik süresi 23 yıl (22 yıl 7 ay 14 gün) sürdü
*** 23 yıl benzerliği size bir şey anlatıyor mu?
**** Tanrı, İslam’a büyük hizmetler veren Türk Milletinin kurtuluşu için Çanakkale Savaşlarında gösterdiği mücadeleyi ödüllendirerek Mustafa Kemal’i İslam inançlarını ve vatanı korumak amacıyla görevlendirmiş ve son peygambere verdiği peygamberlik süresi kadar bir süreyi yâni 23 yıllık ömrü, O’na ihsan etmiş olabilir mi?
Şüphesiz gerçeği sadece Tanrı bilir ve Tanrı’nın kader çizgisinde tesadüflere yer yoktur.
Bana DP döneminde büyük zulme uğramış bir ailenin oğlu olan ve çok değer verdiğim bir mühendis arkadaşım “Yahu sen dindar bir adamsın. Hacısın. İslam’ı özüyle yaşamaya çalışan bir kişisin. Sende bu Mustafa Kemal hayranlığı nereden geliyor?” Diye sordu. Kendisine, “Yaptığım araştırma ve incelemelerim sonunda Mustafa Kemal’in Hazreti Muhammed Mustafa’yı (sav) iyi tanıdığını ve O’nun hayatından dersler çıkardığını anladım. Peygamber ile Mustafa Kemal’in kişilikleri ve davranışları arasında önemli benzerliklerin olduğunu gördüm.” Dedim. Anlatayım
*Özgürlük anlayışları:
Özgürlük, insanoğlunun davranışlarını herhangi bir baskı ve kısıtlama olmadan düşünebilmesi ve iradesini istediği doğrultuda kullanabilmesidir.
İnsan önce aklen özgür olmalıdır. Bunun için aklını sağlıklı kullanabilecek bir ergenliğe ulaşması, aklını kullanabilecek bir eğitimden geçmesi, bilgilerini geliştirebilmesi ve fikirlerini serbestçe ifade edebilmesi gerekir.
İkinci özgürlük bedeni özgürlüktür. İnsan hür olmalı, fikirlerini ve eylemlerini ifade ederken siyasi, ekonomik ve kültürel baskı altında olmamalıdır. Bu sebeplerle başkalarının güdümünde olmamalıdır.
Özgürlük, insanoğluna insanca yaşayabilmesi için hava ve su kadar gereklidir.
İslam, ancak aklını kullanabilen kişilere ve hür olan kişilere hitap eder. Kuran Dinde zorluk yoktur ayeti ile özgürlüğü en açık bir şekilde tarif etmiştir. Kuran Aklınızı kullanın ayetleri ile insanı sürekli olarak uyarmıştır
İslam Peygamberi, İslam’ın ancak özgür ortamda anlaşılabileceğinin ve yaşanılabileceğinin idraki içindeydi.
Hazreti Muhammed (sav) doğduğu, büyüdüğü ve 53 yıl yaşadığı Mekke şehrini özgür olmadığı için terk etti ve Medine şehrine hicret etti. Orada devlet kurdu. İslam’ı ve Müslümanları siyasi ekonomik ve kültürel özgürlüğe kavuşturdu.
Mustafa Kemal de vatandaşı olduğu Osmanlı İmparatorluğunun tarihi görevini artık tamamladığını gördü. Türk Milletinin kurtuluşu ve insanca yaşayabilmesi için yeni ve özgür bir devletin kurulması gereğine inandı. Türk Milletinin özgürlüğü için Millî Mücadeleyi başlattı. Kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletiyle Türk Milletini siyasi, ekonomik ve kültürel özgürlüğe kavuşturdu.
*Liderlik vasıfları:
Peygamber toplayıcı ve birleştiriciydi. Dünya işleri için yakın arkadaşları ile meşveret eder, onların fikirlerini alır ve bu fikirlere değer verirdi. Dini inancı ne olursa olsun her insana değer verir, insanlar arasında zayıf, düşkün, yoksul ve fakirleri korurdu.
Mustafa Kemal de aynı yolda yürüdü. Millî Mücadele yıllarında Erzurum ve Sivas kongrelerinde her kesimden gelen halkın temsilcilerinin fikirlerini alarak hareket etti. TBMM’ye hep saygı gösterdi. Talep edilmesine rağmen Sakarya Meydan Savaşı öncesindeki en zor zamanlarda dahi TBMM’nin çalışmasını sağladı. Kendisine TBMM tarafından verilen olağanüstü yetkiyi sınırlı kullandı. TBMM bünyesinde muhalif fikirlerin olmasını tercih etti ve onları tasfiye etmedi.
Cumhuriyet kurulduktan sonra bir kısım yakın arkadaşlarından ayrılmasına rağmen TBMM’nin çalışmalarına daima önem verdi, Mecliste bir muhalefet gurubunun olmasına çaba gösterdi. Mustafa Kemal’e göre TBMM milletin sesiydi.
Peygamber barışçıydı. Peygamber kendisine saldırılmadığı veya saldırı hazırlığında bulunulmadığı sürece kimse ile silahlı mücadeleye girişmedi. Peygamberin hayatı boyunca yaptığı savaşları ve seriyeleri (küçük birliklerle yapılan eylemler) daima müdafaa amacı taşımaktaydı.
Peygamber, en büyük düşmanları olan Mekkeli putperestlerle Hudeybiye Barış anlaşmasını yaptı. Kendisini peygamber olarak kabul etmeyen Mekkelilerin bu konudaki itirazları üzerine barış anlaşmasını kendi arkadaşlarının karşı çıkmalarına rağmen Abdullah oğlu Muhammed olarak imzalaması O’nun barışa verdiği değerin en açık ifadesiydi
Mustafa Kemal de barışçıydı. Meşru hakların savunması dışında savaşın bir cinayet olduğunu söylerdi. Cumhuriyet kurulduktan son başta Yunanistan olmak üzere yakın komşularımızla dostluk anlaşmaları yaptı. Barışçı bir dış politika yürüttü. Çünkü selamet ve mutluluk barıştaydı. Yurtta sulh cihanda sulh ilkesini benimsedi. Esasen İslam bir barış dini değil miydi?
Peygamber teoriyi pratiğe çevirme becerisine sahipti.
Bu nedenle eylemleri ve sözleriyle Kuran’ın açıklamasını yaptı. Kuran hükümlerine uygun bir yaşam sürerek insanlara en güzel örnek oldu. Böylece dinin doğru olarak anlaşılmasını ve ‘’Zorlaştırmayınız. Kolaylaştırınız.’’ emriyle insanların dini hükümleri kolayca uygulamasını sağladı. Peygamber, kendisinden sonra yaşayanlara içtihat yapma yetkisini verdi. Böylece dine zamanın değişen şartlarına cevap veren bir hayatiyet kazandırdı.
Mustafa Kemal de teoriden ileri geçerek hedeflediği şeyleri gerçekleştirdi. Teorinin dar kalıplarına sıkışıp kalmadı. Türk Milletinin bir daha esaret altına düşmemesi için çağın gerçeklerine göre alınması gereken tedbirleri almaya çalıştı. Birinci hedef özgürlüktü. Onu kazandı. İkinci hedef bu özgürlüğün kalıcı olmasını sağlamaktı. Onun da siyasi, ekonomik ve sosyal temellerini attı. Toplumu cehalet ve fakirlik belalarından kurtarmaya çalıştı. Ne Mutlu Türküm diyene sözleriyle toplumu eziklikten kurtardı, topluma güven ve onur aşıladı.
*Peygamber akılcıydı, Gerçekçiydi.
Toplumdaki iki büyük felaketin cehalet ve fakirliğin olduğunu gördü. Suffa Okulu ile dini hükümlerin insanlara doğru ulaştırılmasını sağladı. Faizi ortadan kaldırarak insanların birbirlerini sömürmesini önledi. Zekâtı çok önemsedi. Bu müesseseyi tam işleterek fakirlerin, düşkünlerin haklarını korudu. Bunları yaparken toplumun sosyal yapısını dikkate aldı. Gerçeklere göre hareket etti.
Örneğin; Müslümanların ‘’ Biz ziraat bilmiyoruz. Hurma bahçelerine tekrar Hayber Yahudileri baksınlar.’’ şeklindeki taleplerini makul bularak bu işleri yapmak için Yahudileri görevlendirdi.
Örneğin; Yabancı ülkelere dil bilen, kültürlü ve temsil kabiliyeti yüksek olan kişileri elçi olarak gönderdi.
Örneğin; Mekke’nin fethinden sonra Arap yarımadasındaki kabilelere onların gönüllerini kazanacak mektuplar yazdı ve onları İslamiyet’e davet etti. Böylece iki sene gibi kısa bir zamanda İslamiyet’in barış yoluyla tüm Arabistan yarımadasına yayılmasını sağladı.
Mustafa Kemal de akılcı ve gerçekçiydi. Dünya gerçekleri ve Ülke gerçeklerine göre hareket etti. Hayalci olmadı. Birleştirici oldu. Eldeki imkânları en iyi nasıl kullanırım? hesabıyla hareket etti. Vatanın kurtarılması için birlik ve beraberliğe kesin ihtiyaç vardı. Anadolu halkının vatanseverliğine güvendi. Kimseyi dışlamadı. Herkesten yararlanmaya çalıştı. Cumhuriyet kurulduktan sonra iki büyük felaketin yani fakirliğin ve cehaletin üzerine yürüdü. Dünya gerçeklerini bilen, çalışkan, namuslu, fedakâr, aydın ve Aklı hür, vicdanı hür irfanı hür bir nesil yetiştirmeye çalıştı. Kalan kısa ömründe bu ülkenin mutluluğu için her türlü gayreti gösterdi.
*Dürüstlük:
Peygamber dürüsttü. Hak hukuk gözetirdi. Gençliğinde Muhammed ül Emin olarak anılırdı. Bu nedenle herkes ona güvenirdi. Kabe’nin yapımında Hacer ül Esved taşının konulmasında O’nun fikrine danışılmış O’da uygulaması ile puta tapan Arap kabileleri arasındaki sorunu çözmüştü. O’nun en önemli özelliği adaleti ve doğruluğu her zaman ve herkes için savunmasıydı. Peygamber doğruluğun önemini anlatan ‘’Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.’’ ayetinin (Hud suresi 112. Ayet) saçını ağarttığını söylemişti. Peygamber kişisel dünya menfaati peşinde koşmadı. Zaman zaman aç kaldı. Evinde sıcak aş pişmedi. Haram ve yanlış yollara sapmadı. Vefat etmeden önce herkesten helâllik almıştı. Vefat ettiğinde kimseye borcu yoktu. Evinde hasırdan yatağı, birkaç kap -kaçak ve meşin sandaletinden başka bir miras bırakmamıştı.
Mustafa Kemal de dürüsttü. İdealini gerçekleştirmek için her fedakârlığa katlandı. TBMM açılmadan önce parasızlık yüzünden yanındaki arkadaşları ile çok kere zeytin ekmekle karnını doyurmuştu. Kamu malının harcanmasına çok dikkat ederdi. Dünya malına ve şöhretine düşkün değildi. Maaşı ile pek çok çocuğu evlat edindi ve pek çok çocuğun eğitimini sağladı. Vefat etmeden önce tüm mal varlığını devlete bağışladı. Türk milletinin mutluluğu ile yetindi.
*Affedici olmak.
Peygamber affediciydi. Kendisine karşı çıkanlar için kimseye beddua etmedi. Taif dönüşünde halk, kendisini ve evlatlığını taşa tuttular ‘’En zor günümdü.’’ dediği o günde dahi bu insanlar için dua etti. Amcasını Uhud savaşında şehit ettiren ve cesedini parçalatıp ciğerini çiğneyen Ebu Süfyan’ın karısı Hind’i dahi affetti. O’nun ahlakında öfke, kin ve nefret yoktu. “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyerek insanlığa en güzel örnek oldu. O, yaratılan en güzel insandı.
Mustafa Kemal de affediciydi. Kendisine karşı çıkan hiç kimseyi cezalandırmadı. Kendisine suikast girişiminde bulunan kişilerle ilgileri bulunduğu mahkemece kanıtlanan yakın arkadaşlarını da affetti. O’nun bir hedefi vardı. Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak. Bu yolda kendisiyle yürümeyenlerle yollarını ayırdı ama hiçbirine kişisel bir tavır koymadı. O’nun insanlarla bir hesabı yoktu. Devlete karşı gelenlerle daima mücadele etti. O, Türk Milletinin yetiştirdiği en büyük evladıydı.
Özetle Mustafa Kemal, Hazreti Muhammed’i (sav) çok iyi tanıyordu. O’nun kişiliğinden hep yararlandı.
Maksadım Hazreti Muhammed (sav) ile Mustafa Kemal’i mukayese etmek değildir. Bu iki zat birbirleri ile mukayese edilemez. Çünkü Hazreti Muhammed (sav) bir peygamberdir. Tanrının yeryüzüne gönderdiği en büyük insandır. Mustafa Kemal ise peygambere inanan bir Müslümandır ve Hazreti Muhammed’in(sav) ümmetidir.
4.2.1 Mustafa Kemal’in özgürlük anlayışının etkenleri:
İsyan ahlâkı, kişinin veya toplumların haksızlıklara karşı direnme yeteneği ve kültürüdür. Kişi veya toplum kendisine yapılan haksızlıklara karşı direnip hakkını savunmaz ise güçlülerin veya haksızların esiri olurlar. Tarih bunları yazar. İslam’da şu hadis-i şerif çok önemlidir. “Haksızlıklar karşısında susan kişi dilsiz şeytandır.”
Kendisinden önce doğup hayatını kaybeden üç kardeşinden sonra Selanik’te doğam Mustafa, ailesinin yeni umudu olmuştu. Annesi O’nun mahalle mektebinde okumasını ve hafız olmasını istiyordu. Bir memur olan babası ise oğlunun yeni eğitim veren okullarda okuyup büyük adam olmasını.
Annesinin isteği ile din eğitimi almak için önce mahalle mektebine yazılan Mustafa’yı babası kısa bir süre sonra buradan alıp Şemsi Efendi ilkokuluna kaydettirdi. Okulda kendisine haksız muamele yapan hüsnü- hat (güzel yazı) hocası Çopur Hafız Emin Efendiye karşı geldi ve dediğini yaptırdı. Bu Mustafa’da doğuştan var olan dürüstlüğün ve güçlü iradenin ilk işaretiydi.
Okulu çok sevmesine rağmen Mustafa babasının ölümü üzerine okulu bitiremeden ayrılmak zorunda kaldı. Annesi ve kız kardeşi Makbule ile birkaç yıl üvey dayısının Selanik yakınlarındaki çiftliğinde yaşadılar.
Selanik’e dönülünce Selanik Rüştiye mektebine yazılan Mustafa bu okulda bu kere hocalardan Kaymak Hafız’ın hışmına uğradı. O’nun kendisini acımasızca dövmesi üzerine ikinci kere isyan etti ve "Bu okula bir daha gitmeyeceğim." diyerek annesine dayattı. Gitmedi.
Annesi O’nun asker olmasını istemiyordu. Selanik’teki subaylara özenen Mustafa, Askeri Rüştiye imtihanlarına girdi, kazandı ve asker oldu. Küçük Mustafa yolunu kendi iradesiyle çizmişti. Sonra Manastır’daki askeri idadi ve İstanbul’daki Harp akademisini bitiren Mustafa Kemal teğmen rütbesiyle orduda görev aldı.
Sultan II. Abdülhamit’in yönetim anlayışı yüzünden Osmanlı tükenmekteydi. Bu durumu genç teğmenler görüyorlardı ama Osmanlı sarayı görmüyordu. Sarayın yanlışlarının dile getirince önce Yıldız Sarayında birkaç ay hapsedildi. Sonra Suriye-Şam’a sürüldü. Özgürlüğü yok eden, baskıcı yönetim O’nu cezalandırmıştı. Bunu kabul edemezdi.
Vatan elden gitmekteydi. Osmanlı bir sömürge olmuştu. Topraklarını birer birer kaybediyordu. Bu durumu sadece genç subaylar fark ediyorlardı. Toplum; bilimde, teknolojide, sanayide, ekonomide, eğitimde çökmüştü. Asker siyasete girmiş, içinden parçalanmıştı. Askerlerin bir ihtilal ile Sultan Abdülhamit’i tahttan indirmeleri kötü gidişi durduramadı. Yanlış tercihlerle girilen 1. Dünya Savaşı Osmanlı’nın sonunu getirdi
Bu süreç içinde Mustafa Kemal cepheden cepheye koştu. Millî Mücadelenin başına geçti. Vatanı düşman işgalinden kurtardı. Cumhuriyeti kurdu ve Cumhuriyeti bağımsızlıkla özdeşleştirdi.
Cumhuriyetin ayakta kalabilmesinin olmazsa olmaz şartları siyasi, ekonomik ve kültürel yönlerden kesin bağımsızlıktı. Haksızlıklara karşı her zaman ve her yerde bıkmadan sonuna kadar mücadele etmekti.
Mustafa Kemal, özgür bir ruha sahipti. Bu nedenle özgür olmayan ruhlar Mustafa Kemal’i anlayamadılar.
İslam, sadece akıl ve beden yönünden özgür olanları mükellef kılar. İslam’da özgürlük; hiç bire şarta bağlı olmadan sadece sonsuz iyi olan Tanrıya kul ve teslim olmaktır. Bunun en özlü ifadesi ise Fatiha Suresinin 4. ayetindeki ‘’ Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.’’ cümlesinde saklıdır.
4.2.2 Mustafa Kemal’in hayatındaki önemli anlar:
*Vatan sevgisi: 1911 Trablusgarp savaşında İstanbul’a çok uzak olan bu toprakları vatan sayıp İtalyanlarla çarpıştı. Bu dönemde yakalandığı zehirli sıtma hastalığının sıkıntılarını ömür boyu çekti.
Kendisine görev vermek istemeyen devrin Başkomutanı Enver Paşa’ya rağmen Çanakkale savaşlarında var olmadığını cepheye varınca anladığı 19 Tümen komutanlığı görevine atandı. Daha cepheye varır varmaz 24, 25 Nisan 1915 tarihlerindeki Anzak saldırılarında son neferine kadar şehit olan 57. Piyade alayının müdafaa savaşını yönetti.
Çanakkale Cephesindeki ordular başkomutanı Alman Liman Von Sanders’in desteğini alarak 9-10 Ağustos1915 Anafartalar savaşlarını yönetti ve düşmanın bu cephede ilerlemesini durdurdu. Düşmanın son ümidini kırdı. Bu başarılarından dolayı adı bütün vatan sathında bir yıldız gibi dalgalandı.
Ordular başkomutanı Enver Paşa ile yıldızı hiç barışmadı. Askeri ve dünya görüşleri çok farklıydı. Biri hayalci, diğeri gerçekçiydi. Tuğgeneral Enver Paşa, Yarbay Mustafa Kemal’i hep pasif görevlere sürmeye çalıştı. Çanakkale savaşından sonra albaylık rütbesine dahi Sadrazam Talat Paşa’nın ısrarı ile terfi edebildi.
Mustafa Kemal Paşa, VII. Ordu Komutanı iken Filistin cephesinde yeni bir Süveyş Harekâtı düzenlemek isteyen IV, VII ve VIII. Ordulardan oluşan Yıldırım Orduları komutanı Alman Falkenhayn’ın bu düşüncesine karşı çıktı. Bu saldırının bir macera olacağını ve böyle bir teşebbüse girişilmemesi gerektiği konusunda üstlerini uyardı. Sözlü ikazlardan sonuç alamayınca bu kere 27 Eylül 1917 tarihinde bir rapor hazırladı ve bu raporu askeri hiyerarşiye uymayarak hem Sadrazam Talat Paşa’ya hem Ordular Başkomutanı Enver Paşa’ya gönderdi.
Bu rapor memleketin hakiki durumunu pek canlı tasvir eden ileride olacakları isabetli bir görüşle bildiren bir vesikaydı. Raporda mülki idarenin artık güvenilemeyecek bir hale geldiği, ticaretin ve iktisadi hayatın felce uğradığı, ordunun maddi ve manevi kuvvetinin zayıf düştüğü belirtilmekte ve Osmanlı Ordusunu en tehlikeli çatışmaların beklediği bir cephede (Sina cephesi) mukadderatının bir yabancıya verilmesinin mahzurları anlatılmaktaydı. Bazı tavsiyelerde bulunularak ileride vatanın geleceği için elde kuvvetli bir ordu tutmanın, devlet idare cihazını sağlam, halkın maneviyatının sarsılmamış bir halde bulundurmanın zarureti dile getirilmekte, gerekli tedbirler alınmaması halinde saltanat rejiminin ansızın çökebileceği ifade olunmaktaydı.
Rapor basit bir askeri raporun ötesinde askeri bilgilerin yan sıra uygulanacak stratejiyi, ileriyi görme ve kararlılığı ifade etmekteydi. Genel Kurmaya bir nevi ders niteliğinde olan bu rapor Mustafa Kemal Paşa’nın askeri dehasının ve özgür ruhunun bir ifadesiydi. Bu raporla Başkomutan Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in arası iyice açıldı. Sakarya Savaşının yapıldığı günlerde tamamen koptu.
4.2.2.1 19 Mayıs 1919 sonrası: Millî Mücadele yıllarında yaşananlar
*Erzurum Kongresi öncesi ve sonrası:
Mustafa Kemal Paşa, padişahın atamasıyla beraberindeki heyetle 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu toprağına ayak bastıktan sonra 22 Haziran 1919 günü Amasya tamimini yayınladı ve Doğu Anadolu Müdafaa Cemiyetinin yapacağı kongreye katılmak için 3 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum’a ulaştı.
Söz konusu kongre yapılmadan önce Erzurum’da önemli olaylar yaşandı. Saray tarafından geri çağrılan Mustafa Kemal Paşa 7-8 Temmuz gecesi yaptığı telgraflaşmadan sonra İstanbul’a geri dönmeyeceğini bildirerek askerlik görevinden ayrıldı. Müdafaasızdı ve yapayalnızdı.
15. Kolordu komutanı Kazım Paşa (Karabekir) ertesi gün Mustafa Kemal’e "Bütün kuvvetlerimle emrindeyiz Paşam." diyerek Millî Mücadelenin başlangıcında en etkin davranışı gerçekleştirdi. Mustafa Kemal’e hayat veren bu davranış her türlü takdirin üzerindeydi.
Erzurum Kongresi; Mustafa Kemal ve sonradan Erzurum’a gelen Hüseyin Rauf Bey (Orbay) katılımı ile 23 Temmuz 1919 tarihinde toplandı. Kongreye Erzurum (20), Trabzon (18), Sivas (13), Bitlis (4), Van (2) ve Erzincan (6) vilayetlerinden gelen toplam 63 delege katıldı. Trabzon delegeleri bir süre sonra kongreden çekildiler
8 Ağustos 1919 tarihlerinde yayınlanan bildiri ile çalışmalarını tamamlayan Erzurum Kongresi "Vatan bir bütündür, parçalanamaz. Manda ve himaye kabul edilemez." ilkeleriyle kurulacak yeni devletin temellerini attı.
Erzurum Kongresinin öncesini ve sonrasını Kongrenin sekreterliğini yapan, Albayrak Gazetesini yayınlayan Erzurum Delegesi Süleyman Necati Bey, Not Defteri adlı anılarında anlatıyor. O anılarda Mustafa Kemal ile Kazım (Karabekir) Paşa arasında geçen bir olay toplumda hiç gündeme getirilmedi.
Kitapta olay şöyle anlatılmış: Mustafa Kemal’e Erzurum’dan ayrılmadan önce bir sohbet toplantısında Sivas yolunda kendisinin önünün kesileceğinin haberi verilmiş.Toplantıdakilerden Ebul Hindili Cafer "Paşam benim emrimde 200 atlı var. Emir verirseniz ben bunları sindiririm." demiş. Mustafa Kemal onay vermiş.
Bu durumu öğrenen Kazım (Karabekir) Paşa gecenin geç saatinde Mustafa Kemal’in odasına hışımla girmiş ve "Daha şimdiden kimseye danışmadan bizi yönetmeye kalkıyorsun. Bavulunu topla. Çek git." demiş. Rauf Bey ve Süleyman Necati araya girmişler. Önce müfrezeyi geri çağırmışlar. Sonra Kazım Paşa’yı (Karabekir) “Böyle bir durum yok. Sana yanlış bilgiler vermişler.” diyerek O’nu ikna etmişler ve olayı kapatmaya çalışmışlar. Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında ileriki yıllarda yaşanacak olayların ve ayrılığın başlangıcı bu olay olabilir mi?
Erzurum’dan Temsil Heyeti başkanı olarak Rauf Beyle birlikte ayrılan Mustafa Kemal’e heyet üyeleri çeşitli bahaneler ileri sürerek katılmadılar. Bu durum karşısında Rauf Bey’e "Yine yalnızız. Paşam." demesi ne kadar manidar değil mi? Evet. Mustafa Kemal hep yalnızdı. Rauf Bey dahil en yakın arkadaşları zamanla ondan ayrıldılar.
*Sivas Kongresinde yaşadıkları:
4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında yapılan bu kongrede Rauf Bey ve arkadaşları ABD mandacılığını ısrarla savunurlar. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresinde kabul olunan ‘’Manda ve himaye kabul edilemez.’’ İlkesinin taraftarı olan Rauf Beyin bu fikri dönüşümüne çok şaşırdığını ifade eder. Kongre başkanlığını yürüten ve Mustafa Kemal’in okuldan hocalığını yapmış olan İsmail Fazıl Paşanın da mandacıların tarafını tutması sonucu kongre ABD Başkanlığına manda talebinin yapılmasını kabul eder. Mustafa Kemal yalnız kalmıştır. Ülkenin bağımsızlığını kazanacağına Mustafa Kemal’den başka hiç kimse inanmamaktadır. ABD Başkanlığına manda talebini içeren mektup yazılır. ABD Başkanı Wilson ölünce mektup ABD arşivlerinde kaybolur. Cevap verilmez. Bu konu bir daha gündeme gelmez.
Görüldüğü üzere bağımsızlık konusunda Sivas kongre kararları Erzurum Kongresi kararlarının çok gerisindedir. Ama bu gerçeği göremeyen tarihçiler Sivas Kongre kararlarının daha önemli olduğunu savunurlar.
Mustafa Kemal kendini "Bağımsızlık benim karakterimdir." Cümlesiyle tarif eder. Lakin O’nun bu karakterini ve ülkeyi bağımsızlığa kavuşturma arzusunu pek çok kişi anlayamaz, kavrayamaz ve kabullenemez.
Rauf Beyle fikri ayrılık başlamıştır. Mustafa Kemal’in Meclisi Mebusan üyesi olan Rauf Bey’e "İstanbul’a gitme." uyarısını dinlemeyen Rauf Bey İstanbul’a gider. 22 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u işgal eden İngilizler tarafından tutuklanıp Malta adasına sürülür. Rauf Orbay 20 ay sonra Lord Curzon’un yeğeni Binbaşı Rawlinson’la esir takası yapılarak 15 Kasım 1921 tarihinde Ankara’ya getirilir. Böylece Millî mücadele saflarına yeniden katılan Rauf Bey, TBMM Hükümetinde önce bakan sonra başbakan olarak görev üstlenir.
Sivas Kongresinden sonra Mustafa Kemal, Ankara yollarında yine yalnızdır.
*TBMM Meclisinde yaşadıkları:
Meclis başkanlığı: Osmanlı Mebusan Meclisi İngilizler tarafından 11 Nisan 1920 tarihinde kapatıldıktan sonra mebusların bir kısmı Ankara’ya geldiler ve açılacak TBMM bünyesinde görev üstlendiler. Osmanlıyı devam ettirmek isteyen bir kısım mebus, TBMM Başkanlığına kısa bir süre Meclis-i Mebusan başkanlığı görevini yürüten Celaleddin Arif’i getirmek istediler. Mustafa Kemal buna fırsat vermedi ve TBMM’ni ve hükümetinin ilk başkanı oldu.
TBMM’ye verdiği önem: Mustafa Kemal bütün çalışmalarını TBMM’nin onayını alarak yürüttü. O’nun en çok değer verdiği kurum TBMM idi. Mecliste bulunan muhalif gurup her safhada itiraz ederek Mustafa Kemal başkanlığındaki hükümetin çalışmalarını tenkit etti. Mustafa Kemal, meclisin sağlıklı çalışması için böyle bir muhalefetin olması taraftarıydı. Bu nedenle bu muhaliflerle meclis kürsüsünden tartıştı ve onları zafer kazanılıncaya kadar tasfiye yoluna gitmedi. Zaferden sonra Osmanlının devamını isteyince Cumhuriyete sıcak bakmayan Gazi Meclis tasfiye edildi. Cumhuriyeti seçimlerle yenilenen yeni meclis ilan etti.
Başkomutanlık yetkileri: Yunan kuvvetleri 10-24 Temmuz 1921 tarihlerinde yapılan Kütahya- Aslantaş muharebelerinde Albay İsmet Bey (İnönü) komutasındaki Batı cephemizi yıktılar. Ordumuz dağıldı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa ordunun Kütahya, Afyon ve Eskişehir’i terk ederek Sakarya Nehrinin doğusuna çekilmesini emretti. Mustafa Kemal Paşa, önemli büyüklükte vatan toprağının kaybedilmesi pahasına bu sorumluluğu üstlendi. Kendisine "Her şey bitti. Ordu darmadağın oldu." diyen İsmet Bey’i "Telaş etme. Henüz kaybettiğimiz bir şey yok. Daha yeni başlıyoruz." diyerek teselli eden Mustafa Kemal Paşadaki şu güven duygusuna bakınız. O’ndan başka herkes panik içindeydi. TBMM’de "Nereye sürükleniyoruz?" diyen muhalif sesler çoğaldı. Mustafa Kemal Paşa’ya "Ordunun başına geç." Çağrıları yapıldı. Mustafa Kemal TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmayla durumu açıkladı ve TBMM’den yetkilerini üç aylığına kendisine devretmesini istedi. Bu olağan üstü bir sorumluluk yüklenmek demekti. O’na göre "Sorumluluk ölümden de ağırdı."
TBMM bu yetkiyi Mustafa Kemal Paşaya verdi. Başkomutan Mustafa Kemal 22-23 Ağustos 1921 tarihinde Sakarya Nehri boyunca başlayan Yunan saldırısına kadar 1 ay dan az kısa bir süre içinde orduyu toparladı. Savunma mevzilerini güçlendirdi. 22 gün süren Sakarya Meydan savaşını kazanarak hem Yunan saldırılarını durdurdu. Hem de Yunanlıların geri çekilmesini sağladı.
Bu zaferden sonra TBMM O’na Gazi unvanı ile mareşal rütbesini verdi. Mustafa Kemal Paşa bu çok zor günlerde dahi milletin temsilcisi olan TBMM’ye hep güvendi. TBMM yani millet O’nun en büyük güç kaynağıydı
İstanbul’un yeniden fethi: Büyük zafer kazanılmış Anadolu düşman işgalinden kurtarılmış ve 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Anlaşmasıyla Türk- Yunan savaşı sona erdirilmişti. Ancak İstanbul ve Trakya hâlâ işgal altındaydı. Mustafa Kemal barışçı ve kararlı bir harekâtla önce Çanakkale Boğazına hâkim oldu. Sonra Yunanlıların işgali altında bulunan Meriç Nehrinin doğusundaki Trakya bölgesini işgalden kurtardı.
Doğudan İstanbul Boğazına kadar ilerleyerek boğaza hâkim oldu. Sıra İstanbul’un kurtuluşuna daha doğrusu yeniden fethine gelmişti. İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgalinde bulunan İstanbul’u kurtarmak için bu konuda diplomatik dehasına inandığı Albay Refet Beyi görevlendirdi. Refet Bey (Bele) kararlı ve dikkatli bir siyaset uyguladı. Tek kurşun atmadan 06 Ekim 1922 tarihinde İstanbul’u yeniden fethetti.
Mustafa Kemal'in boğazdaki işgal gemilerini gördüğünde Kasım 1918 tarihinde söylediği "Geldikleri gibi giderler." sözü gerçekleşmiş ve işgalciler arkalarına bakmadan geldikleri gibi gitmişlerdi.
İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in (sav) "İstanbul bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne büyük komutan asker ne büyük asker.’’ sözü bir kere daha yaşandı. İstanbul’u bir Osmanlı padişahı fethetmişti. Ancak Osmanlı Devleti onun düşman tarafından işgalini önleyememişti.
Bu şehir bu kere Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığını yaptığı TBMM Hükümeti’ne bağlı kuvvetler tarafından yeniden fethedilmişti.
Fatih Sultan Mehmet için sıkça dile getirilen peygamber methiyesi (övgüsü), Mustafa Kemal Paşa için neden hiç söylenmez? Mustafa Kemal Paşa’yı aşağılamayı kendilerine görev sayan dini guruplar, İstanbul’un yeniden İslam ve Türk yurdu olmasını sağlayan bu yeni fetih karşısında neden suskun kalırlar? Gazi Mustafa Kemal’in hakkını teslim edecek dürüstlüğü neden göstermezler?
Yoksa İstanbul 1. Dünya savaşı sonrası düşmanlar tarafından işgal edilmedi mi? Yoksa, onların üzerine toz kondurmadığı "halife" padişah VI. Mehmet Vahdettin kendi saltanatını devam ettirmek için İstanbul’u işgalcilere peşkeş çekmedi mi?
Milletvekili seçimi kanununun değiştirilmesi teklifi: 01 Kasım 1922 tarihinde TBMM aldığı bir kararla Osmanlı saltanatını kaldırdı. Böylece 1299 yılında kurulan Osmanlı Beyliği, imparatorluk haline geldikten ve insanlı8k tarihine önemli izler bıraktıktan sonra tarihe kavuştu. Onun yerini TBMM Hükümeti aldı.
02 Aralık 1922 tarihinde TBMM Başkanlığına Erzurum milletvekili Süleyman Necati ve 2 arkadaşı tarafından sunulan ve milletvekili seçimlerini düzenleyen kanun teklifi ise mecliste büyük tartışmalara sebep oldu.
Bu kanun tasarısında milletvekili olmak için Ülke sınırları içinde 5 yıl ikamet etme şartı getirilmekteydi. Mustafa Kemal bu şartı sağlamadığından millet vekili seçilemeyecekti. Mustafa Kemal muhalifleri O’nun yükselişini böylece önlemek istemekteydiler. Muhalif gurup içinde dini hassasiyeti olanlar, Osmanlıcılar ve İttihatçılar ve bir kısım askerler bulunmaktaydı. Sivas kongresinde dile getirilen mandacılığın taraftarı olan Meclis 2. Başkanı Dr. Adnan Adıvar, siyaseten bu kanun tasarısını ilgililerle görüşerek geri çektirebilirdi. Bunu yapmadı ve meclisin gündemine alarak görüşülmesini sağladı. Tartışmalar heyecanlı geçmekteydi. Uzun bir dinleyiş ve bekleyişten sonra Mustafa Kemal Paşa söz aldı. Bu kanun teklifinin kendisini, hedef aldığını söyledi. Milletvekillerine Sakarya Savaşı öncesinde yaşananları hatırlattı ve "TBMM’nin bütün yetkilerini bana sizler vermediniz mi? Sadece üç aylık geçici bir süre için istememe rağmen bu yetkiyi bugüne kadar sizler uzatmadınız mı? Ben bu kanun teklifinin Meclisten geçmeyeceğine inanıyorum." Dedi. Meclis bu kanun teklifini reddetti.
Süleyman Necati, bir öğretmendi. Mutedil İttihatçıydı. Erzurum Kongresi süresince Mustafa Kemal’e yardımcı olmuştu. Erzurum Milletvekiliydi. Bu hareketinin manasını anlamak çok güçtü. İttihatçıların mı yoksa tutucu Erzurumluların mı etkisinde kalmıştı? Bilinmez.
Süleyman Necati yenilenen meclise seçilmedi. Ancak Mustafa Kemal kin tutmazdı. Herkesi değerlendirmek isterdi. Süleyman Necati 1932 seçimlerinde Zonguldak Milletvekili olarak yeniden meclise girdi ve bu görevde iken vefat etti.
Rauf Bey’in TBMM Hükümeti başkanlığından ayrılışı: 1881 yılında İstanbul’da doğan Hüseyin Rauf Bey Bahriyeden güverte subayı olarak mezun oldu ve ordu saflarına katıldı. Trablusgarp ve özellikle I. Balkan savaşında Hamidiye zırhlısıyla gösterdiği başarılarıyla Hamidiye kahramanı olarak ün kazandı.
Sadrazam Talat Paşanın "Ermenistan’ın kurulmasına müsaade etmeyin." uyarısına rağmen Mayıs-Haziran 1918 tarihlerinde yapılan ve Ermenistan Devletinin kuruluşunu sağlayan Batum Barış görüşmelerinde bulundu. İttihatçıların çekilmesiyle kurulan Osmanlı hükümetinde Bahriye Nazırlığı görevini yürüttü. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşmasını Osmanlı Devleti adına imzaladı İyi bir askerdi ama iyi bir diplomat değildi.
Malta Sürgününden kurtarıldıktan sonra TBMM Hükümetinde önce bakan olarak görev aldı.
12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923 tarihleri arasında TBMM Hükümetinde Başbakan olarak görev yaptı.
Lozan Barış görüşmelerinde heyet başkanı olmak istiyordu. Bu isteği kabul edilmedi Lozan’a İsmet Paşa gönderildi. Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa, Hükümetten gerekli desteği alamadığını Gazi Mustafa Kemal’e şikâyet edince İsmet Paşa ile araları iyice açıldı. Lozan anlaşması imzalandıktan kısa bir süre sonra hükümet başkanlığından ayrıldı,
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi ve sonrasında kendisine verdiği destek dolayısıyla Rauf Beye olan minnet duygusunu hiç unutmadı ve Rauf Beyle çalışmak istedi. Ancak Rauf Beyin "Beni Osmanlı yetiştirdi. Osmanlının ekmeğini yedim. Bu nedenle Osmanlı’ya karşı tavır alamam." düşüncesi O’nu cumhuriyeti kurmaya kararlı Mustafa Kemal’den uzaklaştırdı. Bu durum Cumhuriyet için çok ciddi bir talihsizlikti.
Rauf (Orbay) Bey, 1924-25 yıllarında İsmet Paşa’nın en yakın arkadaşı Kazım (Karabekir) Paşa, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve Albay Refet (Bele) ile birlikte TBMM’de muhalif Terakki Perver Partisini kurdu. Ancak bu parti 3 Haziran 1925 tarihinde kapatıldı.
Ardından İzmir suikastı ile ilişkilendirilen bu kişilerin 13 Temmuz 1926 tarihinde İzmir İstiklal Mahkemesi kararı ile siyasetten uzaklaştırılması ve Rauf Bey’in 10 yıl hapse mahkûm edilmesi Cumhuriyetin yaşadığı en büyük siyasi travma (sarsıntı) olarak tarihe geçti.
Kurtuluş savaşına omuz veren bu şahsiyetlerin Cumhuriyet yönetiminden uzaklaşmasını anlamak mümkün değildi. Cumhuriyet, kolay kurulmamıştı ama Cumhuriyeti yaşatmak sanki daha zordu.
Gelecek yazı: Mustafa Kemal’in hayatındaki önemli anlar:
4.2.2.2 Cumhuriyet Kurulduktan sonra yaşananlar: