Size de olur mu bilmem;
Hani bir ortamdasınızdır, etrafınızdaki her şey, herkes hayatına devam ediyordur ama siz tüm bu olup biteni hatta kendinizi kenardan bir yerden izliyorsunuz gibi geliyordur.
Bir şeyler söylemek, dur-yapma demek, müdahale etmek istiyorsunuz ama mümkün olmuyordur.
Kötü bir rüya gibi, uyanmak isteyip de uyanamıyorsundur…
Tam da böyle hissediyorum bugünlerde, tek farkı bir kâbus değil gerçeğin ta kendisi olması… Şaşkınlıkla, korkuyla ve dehşetle izlediğimiz, “Aman Allah’ım biz nerede yaşıyoruz” dediğimiz günler geçiriyoruz. Acı kısmı, akıştayız ve son veremiyoruz.
Aynı anda terörizm, çocuk tacizi, yolsuzluk, mülteci sorunu ve ekonomik kriz gibi beş gündemi birden yaşayabilen, bunu da normal gören bir toplum olduk birkaç zamandır.
İfade özgürlüğünün kısıtlandığı, ‘Biz’ den, ‘Biz-Siz” olmaya geçen bir süreç yaşadık önceleri. “Geçer, geçer” dedik şarkıdaki gibi;
“Daha öncekiler gibi bu da geçer/neler neler geçmedi ki...
Bombalar düşmeye başladı ardı sıra ama biz sevişmedik Ahmet Kaya, ağladık kâh bağıra bağıra kâh susup içimiz yana yana…
Ankara’da dershaneden dönen, güzel havadan faydalanıp parkta gezenlere atılan bomba, Sur’da vatanı korumaya ant içip şehit olan asker.
Tanım; Doğuda, evini terk et yoksa içinde kalır ölürsün.
Batıda, evinden çıkma yoksa dışarıda bomba patlar ölürsün!
Kıssadan hisse;
Kıssadan hisse;
Hayatta kaldıysan şanslısın!
Milli hastalığımızın fanatizmden paranoya olarak değiştiği, herkesin birbirinden canlı bomba olabilir mi ki diye şüphelendiği, internet ve sosyal medya hızı yavaşlayınca bomba mı patladı diye haber sitelerine hücum edildiği bir kargaşa ortamında, “Türkiye’de vahşi hayat” belgeselini izler gibiyiz adeta. Öz evlatlara, hayvanlara, emanet edilen çocuklara, vakıf çatısı altında minicik yavrulara tecavüz ediliyor, hayatlar kararıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na atananlardan biri; “Börek yapmayı bilmeyen kadının yuvası dağılmaya mahkûmdur” diyor, diğeri; “Bir kere tecavüzden bir şey olmaz, vakfı karalamayın” diyebiliyor. Hayırsever(!) işadamı uzak diyarlarda tutuklanıyor, kilometrelerce öteden ‘a-da-lett’ nidaları yükseliyor. Saldırıya uğramak için Alevi, Kürt, Ermeni, Yahudi, Sünni, kısaca insan olmak yeterli. Tecavüze uğramak için kadın veya çocuk olmak neredeyse hafifletici sebep. Velhasıl ıssız yerlerde tacizden, kalabalık yerlerde canlı bomba hedefi olmaktan korktuğumuz bir dönemde, sonumuz selametle…
Hayır, o değil de, hastanelerin yakınında eczane olur ya hep, mezarlıkların yanında çiçekçi, okulların yanında kırtasiye. Ortadoğu'ya biraz yanaştık diye mi böyle olduk biz de, Suriyeli kardeşlerimiz bize benzeyeceğine, biz onlara benzedik mi nihayetinde…
Sizi bilmem ama ben çok şey istemiyorum; altı üstü kendi doğal imkânlarımla, sağlık problemlerimle, kimseye zarar vermeden kendi kendime ölebileceğim bir ülkede yaşamak istiyorum, tacize uğramadan, patlamadan, çatlamadan…
Ne güzelsin ülkem, yalnız, mağrur ve asil.
Seviyorum seni, Türkçeyi, türkü, kürdü.
Her yöresini, İzmir’i, Rize’yi, Bitlis’i.
Çayı ayrı güzel bozası, rakısı.
Sabah ezanını, Ayasofya’yı, Cahit Sıtkı’yı, Hababam Sınıfını, kırmızıyı beyazı, İstiklal Marşını seviyorum.
Müziğini seviyorum Türkiye’m, Taksim’deki kaykaycı genci, Süleymaniye’deki gerici amcayı, günahını sevabını, havanı, toprağını...
Sensin en güzel derdim, kırıp döksek de yine de en güzelim, ezelim, ebedim…
Hep derlerdi ya meğer doğruymuş;
Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.
Milliyetçilik işlemiş bir kere ruhumuza gerisi boştur.
Veee;
Fakr- ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olsak da muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan