Başka olurdu hazanlar önceleri.
Şehir eve dönmüş, gözyaşlarını tutunamayıp şemsiyelere, sokaklardan süzülüyor olurdu.
Sarıya çalan kahve olurdu hayaller artık, kuşlarla birlikte düşler de göçerdi başka mevsimlere.
Yine de bir umut olurdu ama, kızıla boyanmış kalp, düşmezdi kuruyup düşen yaprakların ardına.
Bu sefer farklı ama…
Şehit haberleri, mülteci trajedileri, Rusya krizi, koalisyon yerine birbirinin gözünü oymaya hevesli partilerin seçim derdi derken pek tadı tuzu yoktu gündemin.
Herkes tedirgin, gergin.
İşte tam da bu havada, keyifsiz modda iken ‘Şu hayatta güzel şeyler de oluyor’ dediğim bir hikayenin yanı başında buldum kendimi;
Adam kırkaltı yaşında, ruhu yirmialtısında kalmış ama.
Yedirsin, içirsin, eğlendirsin.
Sevdiklerini bağrına bassın, aşkla sarmalasın, sevgiyle donatsın.
Eşinden yıllar önce ayrılmış, işi batmış, dost bildikleri nankörlük bıçağını sırtına saplamış ama o yılmamış.
Eşi ve oğlu, başka şehre taşınmış, o bir başına kalmış.
Başka hayatlara, kalplere tutunmaya çalışmış, sevmek istemiş ve de çok sevilmek, ama olamamış.
Sarsılsa da yüreği, kırılsa da kalbi gerçek aşka ve de mucizelere hep inanmış…
Bir yaz günü, bir kadınla tanışmış.
Tanışmış derken öyle karşı karşıya falan değil önce uzun uzun telefonda konuşarak.
Görmeden sevmişler önce birbirlerini, e hatun kişi de sevilmeyecek gibi değil hani, güzel, kaliteli, iyi kalpli.
Yirmili yaşlara dönmüşler birlikte, sabahlara kadar telefon nöbetleriyle başlamışlar işe.
Önce yüreklerini keşfetmişler birbirlerinin, anlamışlar hayattan beklentilerini sonra da gözleri buluşmuş tenha kalabalıklarda.
Zaman izafi işte; kimine göre birkaç gün kimine göre bir ömür.
İşte o ömürde sevmişler, o ömürde birleşmişler onlar.
Tam bitti galiba herşey derken, yolun yarısına gelmişken, sanırsam biraz da umutlarını kesmişken kader getirmiş onları bir araya.
Ve masal, mutlu bitiyor bu defa, çünkü düğünleri oldu geçen hafta.
Biz çıktık kerevete, onlar erdi muradlarına…
Onların birbirlerine yazdıkları cümleleri okuyunca karar verdim bu yazıyı yazmaya, öyle içten, yürekten kopup gelen. “Seni sarmak, sarmalamak, yaşam denen yolculukta bir ömür boyunca yaşadığımız tüm sıkıntıları unutmak istiyorum. Yüzünün gülmesini, gözünün ışıldamasını, ruhunun huzur ve mutluluk dolu olmasını istiyorum. Seni tüm kalbim ile sevmeye, ruhum ve bedenimle sarmaya, tüm kötülük ve zorluklardan korumaya hazırım.” diyor adam.
Kadın cevap veriyor; “Hiç nefesim kesilmemişti böylesine. Hiç bu kadar sevinmemiştim. Hiç kalbim bu kadar büyük bir aşkla dolmamıştı... Böylesine güzel sevilmenin ve sevmenin, bedenimin ve ruhumun her zerresini nasıl doyurduğunu farketmemiştim.
Seni sevmeye söz veriyorum. Senin olmaya söz veriyorum. Sevgilin, arkadaşın, desteğin, neşen, ömrünün kalanı olmaya söz veriyorum…”
“Aşk, kızamık hastalığı gibidir, ne kadar geç yakalanılırsa o kadar ağır geçirilir” denir.
Çünkü karakter oturmuş, bilinç yerleşmiştir kalbin en müstesna yerine.
Kırklı yaşlarda aşk, dingin, huzurlu ve daha tutkuludur.
Yirmili yaşlarda olduğu gibi ne kimseye verilecek bir hesap ne de ‘artık buna bir isim koyalım’ kaygısı vardır.
Elele tutuşmak, ‘onun sevgilisiyim’ demek değil ‘ben yanındayım’ demek anlamını taşır.
Bir fincan kahve eşliğinde saatlerce konuşmak arzusu, sabahlara dek sevişmek arzusunun önüne geçmiştir çoktan. Derin bakan bir çift göz, bir çift iri göğüsten çok daha önemlidir artık.
Pembe panjurlu olan değil, maviye bakan tepede yeşil panjurlu, verandasında iki kişilik salıncak olan evdir hayal edilen. Hastalandığında başucunda bekleyenin, hüznünde seninle üzülenin, neşende birlikte sevinendir o artık.
Midende uçuşan kelebekler, bahar olmuş bedeninde kanat çırpıyorlardır artık.
Yol arkadaşın olur artık senin; yatağında tutkun, evinde huzurun, soluğunda mutluluğundur.
Kırkından sonra aşk, gençlikten uzun, gelecekten kısadır.
Tam her şey yoluna girmiş, ağır ağır ilerlerken sürpriz bir virajdır, aniden karşınıza gelen. Kendine giden yolda, kendine toslamandır bir anlamda çünkü kendini sevmeyi öğrenmişsindir artık bu yaşta.
Kendini sevmiş bir insanın bir de başkasını sevmesi, işte o aşkın sevgiye dönüşmesidir aslında…
Diyorlar ki kırkına eriş, bilmiyorlar ki asıl o zaman başlıyor bekleyiş.
Hayat hızlı akmaya başlar, düşünceler yavaş.
Peygamberlik yaşıdır kırk, kendini bilme, kendini sevme, istediğini seçme, bile bile lades deme yaşıdır.
Ödemeye hazırsındır bedelini ve yoldan gönüllü çıkmışsındır.
Aşkı layığı ile yaşamaya da yaşatmaya da hazırsındır.
O yüzden, artık bizden geçti diyenler, kırkından sonra aşk olur mu diye dudak bükenler;
‘AŞK olsun size, AŞKK olsuunn”…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan