TENEFFÜS ZİLİ
Her seferinde bir tuhaf oluyor içim bu yazıyı yazarken; Final yazısını…
En yakın arkadaşını uzun süre göremeyecek olmanın huzursuzluğu gibi. Okulun son günü, yaz tatiline girerken, herkes dört bir yana dağılırken, arkadaşlarınla görüşemeyecek olmanın hani kekremsi, ekşi bir tadı vardır ya, işte onu hissediyorum ben de tam şu anda…
Hepsinden başka, enteresan bir sezon geçirdik bu sene. Maskeler yüzümüzde, kapandık evlere. Ekmekler yaptık, gezmek yerine, filmler izledik çıkıp eğlenmek yerine. Yeni bir dünya anlayışı ile tanıştık hep birlikte. Yapmam dediğimiz şeyleri yaptık, olmaz dediklerimizi yaşadık, hayat eve sığarmış, onu anladık. Paylaşmanın önemini, galiba bu sefer anladık. Paylaştıkça azalan korkular yaşadık ve paylaştıkça çoğalan değişik duygular. Daha bir coşkulu yazdım sanki bu ara, virüse, ümitsizliğe inatla. Daha çok okuyanlar oldu beni bu sezon, ben onların onlar benim yüreğime dokundular. Beni, kelimelerimi sahiplenip sus olan kalbimle pus olan zihnimde dolaştılar. Sessiz çığlıklarla anlatmaya çalışırken, söyleyemediklerimi firar ettirdiler kalemimden.
Yıllardır süren ve hiç değişmeyen bir mutluluk, yazmak benim için. Her pazar gecesi, kalbimden dökülenleri sığdırmaya çalıştığım, klavyenin tuşlarıyla fırtınalı bir aşk bu yaşadığım. Sarmaş dolaş cümlelerle deli dolu ünlemler, bazen hasretle bazen öfkeyle kavuştu birbirine. Dümdüz duygularımı anlamaya çalıştım dolaylı tümleçlerle. Ve ben, gizli öznesiyken aslında her yazımın, yüklemiydiniz siz de, faili meçhul duygularımın.
Ve pazartesi sabahları… Bazen güneşle yağmurla nadiren karla ama hep sonsuz bir heyecanla uyandığım pazartesi sabahları. ‘Acaba okunacak mı, beğenilecek mi yaaa, kimlerden, nasıl yorumlar gelecek acaba’ diye düşündüğüm, sabırsızla beklediğim, beğenilerle sevindiğim, gelen yorumlarla beslendiğim o zamanlar. Her yazının bir anısı, bir sızısı, yarası var parmaklarımda. Ayırdığınız zaman, verdiğiniz değer pansuman oldu onlara. Size en kalpten teşekkür borçluyum, onlar adına…
Kızıl bir sonbahar, koşturmalı kış ve evde geçirdiğimiz baharın ardından yaz geldi işte. Malum virüs ensemizde göz açtırmasa da bize, güneşten, denizden ya da ruhumuzu esir alan kaçma istediğinden, sanki biraz cesaretlendik mi ne !
Bildiği şehirlerden bilmediği şehirlere, bildik yüzlerden tanımadık yüzlere sığınmayı düşleyen kaç kişisiniz acaba? Alıp başımı gitmek istiyorum cümlesi, kaçınızın dönüp duruyordur tam da bu tatsız, tuzsuz zamanlarda...
Uzun ve sıkıcı geçen dersten sonra çalan teneffüs zili gibi, günlük rutinlerden, birbirinin aynı geçen günlerden sonra verilen mola gibidir, alıp başını gitmeler.
Lakin gitmek, tüm kalışları kıskandıran bir gidişle olmalı. Hani bünyenin ırzına geçen zaman denen illetten gari. Öyle ki kendini bile yanına almadan, ruhundan vazgeçerek. Elinde renkli kalemlerle gideceğin yerleri işaretlemek. Yalnızlığın sesini, içinde kaybolacağın kalabalıkların müziklerine yüklemek. Bazen bir otobüsün dikiz aynasında, başını dayadığın arabanın camında, bazen uçağın sonsuz kanatlarında keşfetmek kendinden başka her şeyi…
Ben de onu yapacağım işte, gideceğim ismimi, kimliğimi belki de tamamen kendimi terk edip olmadığım ama olmak istediğim kişi olacağım yerlere. Günleri, sevinçleri, hüzünleri tek tek katlayıp sığdıracağım valizlere ve yüklenip onları gideceğim meçhullere. Düş kuramıyorsan eğer, gitme vakti de gelmiştir. Vakti geldiğinde, gitmek gerek; Yıldızları kanat yapıp özgürlüğe uçmaktır, süzülerek...
Gidiyorum müsaadenizle; Bilmeden yürüyeceğim yeni caddelere, içinde kaybolacağım ara sokaklara, suretinde kendimi dahi unutacağım uzaklara gidiyorum.
Sahilime vuran mavileri toplayıp güneşe koşacağım yerlere, uzun uzun yürümeye, kendimle yüzleşmeye gidiyorum. Yeni karakterler, yeni hikayeler keşfedeceğim, sizinle paylaşacağım öyküler biriktireceğim. Tuzlu sulara dalan parmaklarım, klavyesine kavuşmayı bekleyecek.
Yosun kokacak düşüncelerim, yakamoz olup düşecek denizlere.
Hayatın bizden çaldıklarına inat bizim hayattan çaldığımız zamanın adıdır tatil.
Sürgün edilen coşkuların, tembel tembel yatmaların, aylak aylak dolaşmaların tahliye vaktidir kendisi.
Bu yaz belki Akdeniz’de belki Ege’de teslim olacağım zamansızlığa belki de denizin ortasında bir teknede. Yeni diktim sardunyaları, evin balkonuna.
Belki oradan selamlayacağım tatili, huzuru, sessizliği. Uzanacağım kızgın kumlara, şairi kıskandırırcasına. Gece olunca ayaklarımı mehtaba uzatacağım, ailenin, dostluğun, aşkın dibine vuracağım.
Ve sizinle yeniden kavuşmak için sabırsızlanıyor olacağım!
Yıllardır yanımda olan ve koca bir sezon kahrımı çeken, bazen yazımı sabahlara dek bekleyen, daha çok yazmam için desteklemekten hiç vazgeçmeyen değerli editörlerim sevgili Ahmet Kaplan ve Kürşad Kaplan’a, hep arkamda olan, ailem kabul ettiğim Türkiye Haber Ajansı’na, her hafta beğenileri, eleştirileri ve düşünceleri ile yorum yapan, yazılarımı sahiplenip okuyan hepinize, daha çok yazmam için motive eden herkese tüm kalbimle teşekkür ediyorum;
Olmasaydınız, olmazdım!
Teneffüs zili çalıyor!
Mola zamanı başlıyor!
Biraz dinlenmek, resetlenmek için bir süre olmayacağım buralarda. Kendinize iyi bakın, maske takmayı da unutmayın. Geldiğimde yine burada bulayım sizi, bir yere kaybolmayın!
En mavi, en sarı, en sağlıklısından keyifli bir yaz diliyorum,
Yeniden buluşuncaya dek hoşça kalın!
Sonbaharda görüşmek üzere… !
Sevgilerimle…
CANSEN ERDOĞAN
www.cansenerdogan.com
twitter: @cansenerdogan
instagram: cansenerdogan