İlk Okunma: 67548 İlk Eklenme Tarihi 14.12.2013 03:38:25
OKUDUKÇA 3
Bu bölümde 1914 ile 1922 yılları arasında Anadolu’da ve Kafkasya’da yani Ermenilerin yaşadığı coğrafyada neler yaşandı?
Sorusunun cevabını, 28 Mayıs 1918 tarihinde kurulan ilk Ermenistan Cumhuriyetinin Başbakanı olan Ovanes KAÇAZNUNİ’nin Ermeni Taşnaksütyun partisinin 1923 Nisan ayında Romanya’da yapmış olduğu kongredeki konuşmasından alıntılar yaparak öğrenelim.
Ovanes KAÇAZNUNİ, bu kongrede neler söylemiş? Taşnak Partisinin Yapacağı Bir şey Yok (1923 parti konferansına rapor) – Kaynak Yayınları: 435 (kaynak 2) isimli kitabından okuyalım
-“1914 sonbaharında Türkiye, henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı ve buna
hazırlanmadığı dönemde Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı.
Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler konusunda alınan olumsuz karara rağmen, Ermeni devrimci Taşnaksütyun partisi, hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif bir şekilde katıldı.”(Sayfa 30)
-Osmanlı İmparatorluğu 2 Kasım 1915 tarihinde Rusya’nın, 5 Kasım 1914 tarihinde ise İngiltere ve Fransa’nın savaş ilan etmesiyle Birinci Dünya Savaşına girdi.
-18 Aralık 1914’de Osmanlı ordusu Sarıkamış harekatına başladı. Bu harekat; Ermeni gönüllü birliklerinin içte ve dışta Rusların yanında yer almaları ve Türk ordusuna karşı çarpışmaları nedeniyle başarılı olamadı. Osmanlı ordusu, 10 Ocak 1915’te geri çekilmek zorunda kaldı.
-Okumaya devam edelim
“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksütyun da dahil olmak üzere Rus Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi.
Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiştik.
Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık.
Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisi ile gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Güya sarayda naip tarafından sarf edilmiş olan bir takım gizemli laflar dilden dile dolaşıyordu. Sürekli bir takım mektuplara atıf yapılıyor ve tarafımızca bu mektuplar, ileride taleplerimizi öne sürebileceğimiz ve haklarımızı savunabileceğimiz bir zemin olarak sunuluyordu. Oysa ustalıkla düzenlenmiş olan bu mektuplar, genel ve belirsiz öneriler dışında bir şey içermiyorlardı.
Ermeni halkının gücü, onun siyasal ve askeri önemi, keza Ruslara verdiği destek fazla abartıldı. Bizim gayet mütevazi imkanlarımıza fazla değer vererek, sonuçta kendi umut ve beklentilerimizi de abarttık.” (Sayfa 31-32)
-1915 yılının ilk aylarında savaşan Osmanlı – Rus kuvvetleri geri çekilmiş ve savaş yavaşlamıştı. Anadolu’daki Ermeni gönüllü birlikleri ise isyanlar çıkarmakta katliamlar yapmaktaydılar. Şubat 1915’te Zeytun’da, 15 – 18 Nisan 1915’te ise Van, Çatak ve Bitlis’te isyan çıkardılar; Van’da ve buradan Bitlis’e doğru kaçan 92 127 kişiyi katlettiler.
-Ermeni çetelerinin cephe gerisinde Ermeni Kilisesi ve bir kısım Ermeni halkının desteği ile yapmış oldukları bu katliamlara karşı, Osmanlı Genelkurmayının “Ermenilerin silahsızlandırılması, dikkatli olunması ve sadık tebaaya zarar verilmemesi” şeklindeki iki talebi İçişleri Nazırlığı tarafından geri çevrilmiş, Van şehrinde isyan çıkarılması ve yeni katliamların yapılması sebebiyle yapılan üçüncü talep, Osmanlı hükümeti tarafından 24 Nisan 1915 tarihinde karara bağlanmış, bu karar doğrultusunda Ermeni komite merkezleri kapatılmış, bu olaylara karışan 2345 Ermeni tutuklanmıştır.
17 Mayıs 1915’te Ermenilerin yardımıyla Van, Rusların eline geçmiştir.
-26 – 27 Mayıs 1915 tarihinde ise Osmanlı Dahiliye Nazırlığı tarafından Geçici Tehcir Kanunu,30 Mayıs 1915 tarihinde ise Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmıştır.
Tehcir harekatı, 30 Mayıs 1915’te başlamış, Kasım 1915’te büyük ölçüde tamamlanmış. Aralıklı olarak 1916 bahar aylarına kadar devam etmiştir. Tehcir uygulaması 15 Mart 1916 tarihinde Osmanlı hükümeti tarafında fiilen kaldırılmıştır.
Tehcir edilen kişiler, o zaman imparatorluğun sınırı içinde bulunan Suriye’nin Halep ve Deyr Zor sancaklarında, Irak’ın kuzey bölgelerinde iskan edilmişlerdir. Bu gerçek; yanında çalıştırdığı Ermeni militanların kendisine ilettiği bilgilere göre hareket eden ve Osmanlı devleti aleyhine raporlar tanzim eden Amerikan sefiri Morgenthau’nun günlüğünde dahi yer almıştır.
Kaç kişi tehcire tabi tutuldu?
-Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU’nun Ermeni Tehciri adlı kitabının 95. – 98. sayfalarında şu bilgiler verilmektedir; Osmanlı arşivlerinden çıkarılan bilgilere göre, 438 758 kişi tehcir edilmiş, bu kişilerden eşkıya çetelerinin baskını sonucu hayatını kaybeden 8 – 10 bin kişi ile birlikte yollarda yolculuk, hastalık ve tabi sebeplerle toplam 56 610 kişi hayatını kaybetmiş, 382 148 kişi ise yeni iskan bölgelerine yerleştirilmiş.
-Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV’ün, Osmanlı Ermenilerine ne oldu? adlı kitabının 167. sayfasında ise şu bilgileri öğreniyoruz; Osmanlı Ermeni Milletvekili Bogos Nubar Paşanın Sevr görüşmeleri esnasında “Biz Osmanlı ile çarpıştık” diyerek Fransız Bakan Gout’a sunduğu raporda; yer değiştiren Ermeni sayısı 700 bin olarak belirtilmiş. Bu raporda 250 bin kişinin Kafkasya’ya, 40 bin kişinin ise İran’a gönderildiği ifade edilmiş. Bu rakamlardan tehcir dolayısıyla Suriye ve Irak’a gönderilen kişilerin sayısının 410 bin olduğu görülmektedir.
-Osmanlı Dahiliye nezaretinin 7 Aralık 1916 tarihinde yayınladığı raporda ise 1916 yılı dahil tehcir edilenlerin sayısı 702 900 kişi olarak belirtilmiştir.
-Kaçaznuni ise tehcir olayını şöyle anlatıyor;
“1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe tabi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Sonradan da anlaşıldığı üzere Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve uygun yöntemdi.”(Sayfa 32-33)
-1916 yılında Rus karşı saldırısı başladı. Ermeni Milletvekili Armen Garo’nun komutasındaki Kafkas – Ermeni birlikleri, Ruslar ile beraber Osmanlı topraklarını ele geçirmeye başladılar. Erzurum 16 Şubat 1916’ da Rusların eline geçti. Ruslar, Van, Bitlis, Erzincan ve Trabzon’u ele geçirdiler. Refahiye’ye kadar ilerlediler. Ermeni çeteleri ise yaptıkları katliamları giderek arttırdılar ve bu olayları cinnete dönüştürdüler. Bu yıl içinde başta Van olmak üzere Bitlis, Muş, Malazgirt, Erzurum, Doğubayazıt ve Kafkasya’da 231 172 Müslümanı katlettiler.
Bu gerçekleri öğrenin, içinizde hissedin ve öldürülen bu insanların masum halk olduklarını düşünün. Atalarımıza reva görülen bu cinayetler karşısında biraz kendinize gelin ve Ermeni propagandasından etkilenerek onlara hak veren veya vermeye meyil eden yakınlarınıza, aklınıza ve insafınıza sorun, sorun. Ermeniler bu Müslümanları niye katlettiler? Kim soykırım yaptı? Ermeniler mi? Türkler mi? Bu soruları cevaplamaya çalışın.
-Kaçaznuni’yi okumaya devam edelim.
“1915 yılının ikinci yarısı ve 1916 yılının tamamı genel bir yas dönemi oldu. Kıyımdan kurtulabilmiş olanların tamamı, onbinlerce, yüzbinlerce kişi (Antranik’e göre 350 bin kişi) gelip Rusya’nın Ermeni kazalarına doldular. Aç, çıplak, hasta ve korku içindeki insanlar köylerimize ve şehirlerimize doldu. Bu aç kitle, kendisi ekmek bulamayan bir ülkeye gelmiş bulunuyordu. Güçsüz, hasta, dermansız mülteciler açıkta kalmıştı. Şirak ve Ararat vadileri muazzam bir hastaneyi andırıyordu. Buralarda binlerce Ermeni bizim gözlerimiz önünde, eşiğimizin hemen yanı başında açlıktan ve hastalıktan ölmekteydi. Biz bu değerli insan hayatlarını kurtarmak konusunda acizdik. Kızgınlık ve korku içinde bulunan bizler suçlu arıyorduk ve bu suçluyu hemen – Rus hükümeti ve onun kalleşçe politikaları – olarak belirledik.”(Sayfa 33-34)
-Ermeni Bogos Nubar Paşaya göre Ermenistan’a kaçan Ermenilerin sayısı 250 bindir. Bunların akıbeti belli değildir. Bunlar, soğuk, açlık ve hastalıktan ölmüşler, bir kısmı ise buralara niye geldiniz? diyen Ermeniler tarafından öldürülmüşler.
-Kaçaznuni devam ediyor.
“Tabiki bizim gönüllü birlikler Van ile Muş’u bir an önce ele geçirmeye çalışıyorlardı. Oraya Ermenileri kurtarmak için gidiyorlardı. Oysa Rus ordu birlikleri Ermeni gönüllülerinden oluşmuyordu ve onların farklı amaçları vardı. Siyasi bir parti olarak biz; meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların gerektiğinde bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.”(sayfa 34)
-Bu cümlelerde Ermeni gönüllü birliklerinin Rus orduları içinde yer aldıklarının açıkça itirafı var. Anadolu’daki Ermeni çeteleri, Birinci Dünya Savaşı öncesinde örgütlenmişler, Serop Ağpür, Antranik, Kevork Çavuş, Sivaslı Murat, Hamparsun Boyacıyan, Rupen, Avedis, Vartkes, Bedo ve Sebuh gibi çete başları bu eylemlerini Birinci Dünya Savaşı esnasında da devam ettirmişler, bu isyanları kendilerine göre devrim olarak nitelendirmişlerdir. Ruslar ile beraber hareket ederek Osmanlı ordusunu İran’daki Dilman’da yenip Van, Muş ve Bitlis’i işgal eden Ermeni gönüllü birliklerinin başında Antranik ve Sebuh bulunmaktaydı.
Ermenilerin bu cinayetleri, düzenli Rus birlikleri tarafından tasvip edilmiyordu. Onun için Ermeniler, Ruslardan pek hoşnut değildiler. Ne var ki bu cinayetler karşısında gerekli önlemleri almayan Ruslar da masum sayılmazlardı.
1917 yılı; Anadolu halklarına; bir mucize yaşanacağının işaretleriyle başladı. Rus devrimi patlak verdi. Rus askerlerinin ayarı bozuldu. Rusya’da neler oluyordu?
-Bu olayla ilgili Kaçaznuni neler yazmış? Okuyalım.
“Rusya da demokratik düzen kurulmaktaydı. Gündemde; fevkalade önemli sosyal konular vardı (toprakların kamulaştırması gibi) Tiflis’te Güney Kafkasya Komiserliği ile işçi, asker ve köylü Sovyetleri Güney Kafkasya Merkezi kuruldu.
Bunlar, merkezi yönetimin birbirinden bağımsız iki kuruluşuydu ve devlet kurumları oluşturuluncaya kadar bölgeyi yönetmekle görevliydiler. Yılsonuna doğru Güney Kafkasya Komiserliği (Seym) güçlendi ve bütün Güney Kafkasya’nın hükümeti haline geldi.
1917 Eylül ayında Tiflis’te Ermeni kurultayı yapıldı. Merkezi Milli Konsey olarak adlandırılan ve kendi yürütme organı olan bir kurum kuruldu. Bu konsey, daha sonra Güney Kafkasya Ermeni halkı adına hareket etti. Hem kongrede hem de kurul ve konseyde öncü rolü Taşnaksütyun oynadı.
Aynı yılın sonlarında Güney Kafkasya’da bütün Rusya Kurucular Meclisi üyeliği seçimleri yapıldı. Gürcüleri temsil eden Menşevik Sosyal Demokratlar 12, Azerileri temsil eden Musavat 10 ve Ermenileri temsil eden Taşnaksütyun 9 koltuk elde etti. Bu seçimler Ermeni halkının bünyesinde en güçlü, daha doğrusu yegâne güçlü organize partinin Taşnaksütyun olduğunu ortaya koydu. Ne var ki bu meclis toplanamadı. Çünkü 1917 Ekim devriminde yönetimi ele geçiren Bolşevikler, burjuva eğimli ilan edilen Kurucular Meclisinin toplanmasına müsaade etmediler.
Güney Kafkasya, Şubat devrimine bağlı kalarak, Sovyet egemenliğini ve Sovyet düzenini tanımadı. (sayfa 39-40)
1917 Kasım sonlarında Rus ordusu, demoralize olmaya ve askerler Kafkasya cephesinde firar etmeye başladılar. Cephe korkunç bir hızla düşmekteydi.
Ocak sonlarında ise ordu artık yoktu. Önemsiz Ermeni birlikleri, ordudan geriye kalan artıklarla birlikte Erzurum hattını savunmakla görevliydiler.
Güney Kafkasya’nın durumu gayet tehlikeli bir biçim almaktaydı.” (sayfa 43)
-Kafkas cephesindeki Rus ordu komutanı General Prjevalsky, Osmanlı üçüncü ordu
komutanı Vehip Paşa’ya müracaat ederek Güney Kafkasya Komiserliği (Seym) adına barış görüşmelerine hazır olduğun bildirdi. Osmanlı – Rus görüşmeleri, Erzincan’da başladı ve 18 Aralık 1917’de ateşkes anlaşması imzalandı.
Daha sonra görüşmeler Brest – Litovsk’ta devam etti. Ruslar biraz oyaladılar. Ancak 2 Mart 1918’de anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmayla Ruslar, savaş öncesi sınırları kabul ettiler ve savaştan çekildiler.
Erzincan Ateşkes antlaşmasını, Taşnaksütyun kontrolündeki Ermeni yönetimi ile Antranik komutasındaki Doğu Anadolu bölgesinde bulunan Ermeni birlikleri kabul etmediler ve Ermeniler Osmanlı ordusu ile çatışmalara girdiler.
Osmanlı ordusu, bu Ermeni birliklerinin direnişini kırarak Erzincan ve Erzurum’u işgalden kurtardı ve 14 Mart 1918’de savaş öncesi sınıra ulaştı.
Osmanlı ordusunun bu ilerlemesi karşısında Güney Kafkasya Komiserliği (diğer adı Maverayı Kafkas Hükümeti) barış istedi. Barış görüşmeleri Trabzon’da başladı. Osmanlı heyetinin başında Rauf Bey, Kafkas heyetinin başında ise Gürcü Çkhenkeli bulunuyordu.
Ermeniler, kaçan 400 bin Ermeni’nin eski yurtlarına geri dönmelerinin kabulünü ve 1914 savaş öncesi sınırın korunmasını istediler. Yani, Brest – Litovsk ile Osmanlıya verilen Kars – Batum – Ardahan’ı geri vermek istemediler.
Ermeniler, Rus Bolşevikler ile birlikte 18 – 21 Mart 1918’de Bakü’de 20 – 30 bin Türkü katlettiler. Bu yörelerdeki Ermeni mezalimleri devam edince ve barış görüşmeleri uzatılmaya çalışılınca, Osmanlı ordusu ileri harekatına başladı ve sırasıyla; 14 Nisan 1918’de Batum’u, 25 Nisan 1918’de de Kars’ı ele geçirdi. Böylece Kars ve Batum 41 yıllık esaretten sonra yeniden Türk topraklarına katıldı.
Antranik ile Tiflis’teki Ermeni yönetimi arasında fikir ayrılığı vardı. Ermeniler çekilirken dahi katliamlarını sürdürdüler. Bu yüzden Osmanlı ileri yürüyüşü devam etti. SonundaGüney Kafkasya Komiserliği (Seym) barış talep etti.
Bu kere görüşmeler Batum’da başladı. 11 Mayıs 1918
Osmanlı baş delegesi Halil Bey (Menteş),Kafkasya’nın Rusya kontrolüne geçmesini önlemek maksadıyla; Brest – Litovsk sınırları dışında kurulabilecek Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan devletlerini kabul edebileceklerini söyledi. Görüşmeler devam ederken Osmanlı ordusu önce Ardahan’a daha sonra 15 Mayıs 1918’de Gümrü’ye girdi. Trabzon ve Batum konferanslarına katılan Kafkasya temsilcilerinden Gürcüler ve Azeriler Osmanlı devleti ile anlaşma taraftarıydılar.
Osmanlıdan toprak talep eden Ermeniler ise Osmanlıyla savaş halindeydiler ve bu heyette yalnız kalmışlardı. Şartlar giderek Ermenilerin aleyhine gelişiyordu.
Sonuçta; 26 Mayıs 1918’de Gürcistan, 27 Mayıs 1918!de Azerbaycan, 28 Mayıs 1918’de de Ermenistan bağımsızlılarını ilan ettiler.
4 Haziran 1918’de Ermenistan ile Osmanlı devleti arasında imzalanan Batum antlaşmasıyla Kars, Ardahan, Borçka, Kağızman ve Nahcivan’ın Osmanlı toprakları olduğu onaylandı. Bu antlaşmayı Ermenistan adına Başbakan Kaçaznuni ve Dışişleri Bakanı Hatissian imzaladılar. Batum antlaşmasını Azeriler aynı gün, Gürcüler bir gün sonra imzaladılar. Ermeniler, 9 bin km2 büyüklüğünde bağımsız bir devlet kurmuşlardı.
Başta Antranik olmak üzere Ermeniler, bu gerçeği içlerine sindiremediler. Topraklarını genişletmek için Osmanlılarla, Azerilerle ve Gürcülerle çarpıştılar.
-Şimdi Kaçaznuni’yi yeniden okumaya devam edelim.
“1 Ağustos’ta Erivan’da Ermeni Parlamentosu çalışmalara başladı ve ilk hükümet kuruldu. Mecliste çoğunluk Taşnaksütyun’a aitti. Ermenistan, demokratik bir cumhuriyetti. Biçimsel olarak böyleydi. Gerçekte ise bizim parti, hem yasama organını hem de hükümeti kontrol etmek istiyordu. Sonuçta hakimiyet kesinlikle müsaade edilmemesi gereken biçimde iki başlı hale geldi. Hakimiyet resmen parlamentoya ve onun kurduğu hükümete, fiilen ise partiye ve onun organlarına aitti.
Kasım 1918’de genel barış ilan edildi. Alman birlikleri Gürcistan’dan, Türkler’de eski sınırlarına çekildiler. Ay sonunda İngilizler – Bizim müttefiklerimizin birlikleri – Batum’a girdiler. Biz yeni umutlar beslemeye başladık. Sanki bizim Güney Kafkasya’daki durumumuz köklü bir şekilde değişecekti.
Ama yine yanılmıştık. İngilizler her hangi bir fark gözetmiyorlardı. Bizim onların müttefiki olduğumuzu sanki bilmiyorlardı. Ya da unutmuşlardı. (sayfa 51-53)
Aralık ayı başlarında Gürcistan Lori’yi işgal etti, demir yolunu kapattı. Gürcistan ile savaş başladı ve üç hafta sürdü. İngilizler araya girdiler ve Lori’de ikili yönetim kuruldu. Savaş bizim açımızdan olumlu sonuçlanmış ve demiryolu bağlantısı açılmıştı. Dört beş aylık bir devlettik. Ama dış dünyaya sadece Gürcistan üzerinden bağlantı kurabiliyorduk.
Gürcülerle samimi dost olmak istedik. Ama bunu başaramadık. Bu konuda Gürcistan’ın tavrı yanı sıra bizim kendi güçsüzlüğümüz siyasal yetersizliğimiz de önemli rol oynadı.
Biz Azerbaycan’la resmi savaş durumundaydık. Karabağ’da, Nahcivan’da Zengezur’da Müslüman halk ile birçok kanlı muharebeler yaşandı. Bu konuda da Azerbaycan’ın bize karşı tutumunun düşmanca olduğu kuşkusuzdu. Keza Türkiye ve Azerbaycan tarafından cesaretlendirilen yerli Müslüman halk ta devlet karşıtı bir çizgi oluşturtuyordu. Önemli olan şu kibiz kendi durumumuzu pekiştirmek için gereken önlemleri ne içeride ne dışarıda alabildik. Azerbaycan ile az çok kabul edilebilir bir uzlaşma, ara çözüm bulamadık. Vadibasar, Serur ve Nahcivan gibi yerlerde yenildik ve geri çekildik.
28 Mayıs 1919’da bağımsızlığın birinci yıl dönümünde parlamento Ermenistan’ı birleşik, diğer bir deyişle kurtulması muhtemel Ermeni topraklarının; mevcut Ermenistan topraklarına katıldığını ilan etti. Bu adım, Türkiye Ermenilerinin bir kısmı tarafından kendi haklarını gasp edilmesi olarak değerlendirildi. Çok gürültü koparttılar. İtiraz ettiler ve Türkiye – Ermeni meselesi yeniden daha yoğun bir şekilde Rusya’daki Ermeni meselesi ile karşı karşıya getirildi. Bu hareket Taşnaksütyun tarafından başına buyrukluk olarak nitelendirildi.
Az sonra görüldü ki; Ermenistan’ın siyasi ağırlığını arttırma ve Avrupa’daki diplomatik çalışmaları kolaylaştırma ümitleri boşunaymış. Avrupa diplomasisinin gözünde durum, hiçbir şekilde değişmemişti. Gerçek şu ki; birlik deklarasyonu her hangi bir olumlu sonuç vermedi. İç anlaşmazlıklar ve tartışmalar gibi olumsuz sonuçları olduğu ise kesindi.”(sayfa 53-57)
Kaçaznuni ve Antranik, bağımsızlık ilanından sonra 24 Ocak 1919’da Paris’te toplanan konferanstan çok şey beklediler.
-Bu konuda Kaçaznuni şunları yazıyor;
“1919 ilkbaharında cumhuriyet delegasyonu, müttefik devletlere bir memorandum sundular. Bu memoranduma göre; Erivan eyaletinin tamamı, Ardahan’ın kuzey kısmı hariç Kars ili, Tiflis eyaletinin güney kısmı, Gence eyaletinin güneybatı kısmı, Türkiye’den Van, Bageş, Diyarbakır, Harberd, Sivas, Karin, Diyarbakır’ın güney bölgesi, Sivas’ın batı bölgesi, Maraş, Sis, Celalbereket, Aleksandretta, Adana yani Karadeniz’den Akdeniz’e, Karabağ dağlarından Arap çöllerine uzanan büyük Ermenistan tasarlanmakta ve talep edilmekteydi
Bu emperyalist talep nasıl gerçekleştirilebilirdi? Ne Ermeni hükümetinin nede yönetimdeki Taşnaksütyun partisinin böylesine absürt projesi vardı. Tersine Erivan’dan yola çıkan bizim delegasyonumuz, mütevazi gücümüzle orantılı olan gayet mütevazi talepler getirmişti.
Bu garip ve inanılmaz bir durumdur. Ama bu talebi Paris Ermenileri öne sürdüler ve bizim gönderdiğimiz delegasyona şunları söylediler “Eğer bu talepleri öne sürmezseniz Türkiye Ermenileri, kendi meselelerini Ararat cumhuriyeti meselesinden ayıracak ve büyük devletlere bağımsız olarak müracaat edecektir”
Bizim delegasyon, almış olduğu direktiflere rağmen Paris Ermenileri baskılarını onaylamak zorunda kaldı.
Ben bizim delegasyonu suçlamıyorum. Ama en temel ve önemli konuların çözümü yönünde kendi irademizi ortaya koyamadık. Çalışmaları kendi anlayışımız doğrultusunda yürütemedik. Kendi yolumuzda gidemedik. Başkalarının bizi peşlerinde sürüklemelerine imkan verdik.
Paris memorandumu, özellikle olgunlaşmamış kafaları heyecanlandırdı. Sanki bir devlete sahip olmak için onun sınırlarının kağıt üzerinde çizilmesi yeterliymiş gibi. Amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti. Biz büyük devletlerin adil davranmadığını, hizmetlerimizi değerlendirmediğini, bizi ödüllendirmediğini, tartışılmaz haklarımızı budadığını ifade etmeye başladık.”(sayfa 67-69)
-1919 Paris konferansından umduğunu bulamayan, ancak İngilizlerin çekilmesiyle
topraklarını Osmanlı sınırlarına doğru genişleten Ermenistan yönetiminin durumunu Kaçaznuni’den okumaya devam edelim.
“Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirmiş olduğumuz zor işleri ve elde edilen sonuçları değerlendirecek olursak övünecek çok az şeyimiz olduğunu, üstlenmiş olduğumu devlet kurma ve yönetme yükünü taşıyamadığımızı söylemek gerekir.
Ermenistan koşullarının fevkalade zor ve çalışma ortamının fevkalade olumsuz olduğu tartışılmaz bir gerçekti. Ama bana göre kendi güçsüzlüğümüz, devlet yönetmedeki ehliyetsizliğimiz de bunların üzerine eklenmekteydi. Adil olursak biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan işe yaramaz yöneticilerdik. Dahası faaliyetimiz amacını belirli ve net bir şekilde anlamış değildik. Bir ilkemiz ve tutarlı bir sistemimiz yoktu. Sanki istemeden, tesadüfi koşulların etkisi altında tereddütle hareket ediyor, kafamızı duvara çarpıyor, imkanlarımızın sınırlarını bilmiyor ve çoğu zaman bu imkanları abartıyorduk. Engellerin çapını anlamıyor, karşı güçlerden nefret ediyor. İhtiyatlı olmamız gereken durumlarda kararlılık gerektiren durumlarda ise tereddütlü davranıyorduk. Devlet ile partiyi ayıramıyor ve parti ideolojisini devlet işlerine karıştırıyorduk. Bizler, devlet adamları değildik. Şimdi neyimiz var? Aras ile Sevan arasında küçücük ve sözde bağımsız, gerçekte ise canlanmakta olan Rusya imparatorluğunun özerk bir kenar bölgesi durumundayız.
Daha fazlasını söyleyebilirim. Türkiye’nin Ermenistan’ın da artık Ermeni yok ve bir gün olabilecekleri de ihtimal dışıdır. Türkler kapıları iyice kapatmışlar ve tekrar açmaları için onları zorlayabilecek bir güç te görülmemektedir”.(sayfa 70-73)
-1919 yılı içinde başta Kars, Erzurum ve Kafkasya olmak üzere 9003 Müslüman Ermeniler tarafından katledildi.
-1919 sonlarında Ermeniler ABD’den manda talep ettiler. ABD heyetinin bölgede
yaptığı incelemeler sonucunda ABD senatosuna verdiği rapor ve İngilizlerin tutumu karşısında ABD senatosu 1 Haziran 1920’de bu talebi 23’e karşı 52 oyla reddetti. Bu durum Ermenistan’da çok büyük hayal kırıklığı yarattı.
-Galip devletlerin Osmanlı topraklarını bölüşme projesi 10 Ağustos 1920’de Osmanlı
devleti tarafından imzalanan Sevr antlaşmasıyla şekillendi. Bu antlaşma ile doğu illerimizi de kapsayan bir Ermenistan devleti kabul edilmekteydi. Ancak TBMM hükümeti bu antlaşmayı tanımadı.
-1920 yılında TBMM hükümeti, Rusya ile görüşmelerde bulundu. Ermenistan
yönetiminde bulunan Taşnak’lar Bolşevik’liğe karşıydılar. TBMM ile Rusya, 20 Eylül 1920’de doğu sınırı konusunda sözlü olarak anlaştılar. Ermenilerin itirazları ve katliamları devam etti. Bu katliamlarda 41 358’i Kars vilayeti, 24 839’u Erzurum vilayeti, 78 931’i Kafkasya olmak üzere toplam 145 208 Müslüman hayatını kaybetti. Ankara hükümeti, Ermenistan’a savaş ilan etti. Ermeni saldırılarını durduran Türk milli kuvvetleri, 28 Eylül 1920’de karşı saldırıya geçti. Sarıkamış, Kağızman, Kars, Gümrü ve Iğdır ele geçirildi. 2 – 3 Aralık 1920’de Gümrü antlaşması imzalandı. Sevr antlaşması geçersiz sayıldı. Bugünkü sınır kabul edildi. Böylece büyük Ermenistan hayali yıkıldı.
-Kaçaznuni’yi okumaya devam edelim
“Gümrü antlaşması, Batum antlaşmasından farklı değildi. Antlaşma sonrası hükümet çekildi, Bolşevik’ler iktidara geldi. Bolşevik’ler hiçbir direnişle karşılaşmadan Ermenistan’a girdiler. Bu, partimizin kararıydı. Bu kararı verirken biz, iki hususu dikkate almıştık. Birincisi, istesek bile direnemezdik. Yenilmiştik ve güçsüzdük. İkincisi, Rusya’ya yaslanan Sovyet iktidarının devlet düzenini sağlayabileceğini umuyorduk. Biz kendimiz bunu yapamamıştık ve ileride de yapamazdık.
Şubat ayaklanmasına kadar geçen iki buçuk aylık zamanda ülkeyi Bolşevik’ler yürüttüler. İyimserlerin umutları gerçekleşmedi. Rusya’dan beklenen siyasal ve maddi yardımlar gelmedi. Bolşevik’lerin baskıları, başına buyruk davranmaları, ülke ekonomisinin son kalıntılarını da bitiren uygulamaları ayaklanmaya dönüştü. Bolşevik’ler, Ermenistan’ın kenar bölgelerine sürüldü. İç savaş bir buçuk ay sürdü. Bu savaş esnasında Ermeni Başbakan’ı Simon Vratsion, 18 Mart 1921’de TBMM’den askeri yardım talep etti. Bu iç savaşta Bolşevik’ler iyi mücadele verdiler. Bizimkiler değil. Kendi gücümüze güvenmiyorduk. Başarıya inanmıyorduk. Yenilgi kaçınılmazdı. Özellikle Gürcistan düştükten sonra karşımızda Kızıl ordusuyla Rusya vardı. Ermeni köylüsü Taşnaksütyun, ona direnecek değildi.
2 Nisan 1921’de Bolşevik’ler Erivan’ı işgal ettiklerinde kaçınılmaz yenilgi artık gerçekleşmişti. Yaz sonlarında son direniş noktaları Zengezur’u temizlediler ve Ermenistan tam olarak Sovyetleşti.”(sayfa 63-67)
-2 Aralık 1920 TBMM ile Ermenistan arasında Gümrü antlaşması imzalandı.
-16 Mart 1921 TBMM ile Sovyet Rusya arasında Moskova antlaşması imzalandı. Bu antlaşmanın birinci maddesinde Sovyetler Birliği Sevr antlaşmasını reddettiler. Misak-ı Milli sınırlarını tanıdılar. TBMM, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan sınırı kesinleşti. Kars ve Ardahan Türkiye’de kaldı. Batum Gürcistan’a verildi.
-2 Nisan 1921 Ermenistan Sovyetler Birliğince işgal edildi.
-13 Ekim 1921’de TBMM, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında Kars antlaşması imzalandı ve bugünkü sınır kesinleşti.
Böylece o tarihte bir büyük macera sona erdi. Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni, bu gerçeği “Taşnak Partisinin Yapacağı Bir şey Yok” ifadesiyle özetledi. Ama 1990 yılında Ermenistan yeniden bağımsızlığını kazandı ve 1921 dosyasını yeniden açmaya başladı.
Sayın okuyucular,
Kaçaznuni’den gerçekleri okuduk. Umarım, geçen asrın başlarında Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da yaşanan olaylar ve Ermenilerin neler yaptıkları hakkında yeni bilgiler edindiniz. Onları daha yakından tanımış oldunuz.
Bu bilgiler ışığında umarım; bugün ülkemize karşı saygısızca hareket eden, bizden toprak talep eden ve tazminatı için yollar arayan; bu vesileyle dünya kamuoyunu aleyhimize kışkırtan, dışımızdaki Ermenler ve içimizdeki Ermeni sempatizanlarıyla daha etkin mücadele etmemiz gerektiğini bir kere daha düşünürsünüz ve ona göre hareket edersiniz.
Selami Oğuz